Gül aradı. “Annemi kaybettik.”
Yüreğimin bağı çözüldü.
Yorgundu artık. Sağlık sorunları vardı ama
fikri ölümle bir araya gelmez insanlardandı.
Güney hanım!
Hayatınıza girdi mi yerini dolduran,
derinleştiren bir dost. Yüreği, zekası, sadakati, sebatı, doğruluğu, gülüşü,
kızgınlığı koskocaman.
Güney hanım dendi mi başını geriye atarak
patlattığı kahkahalarıyla canlandı yüzü hep. Mizahı, hazırcevaplığı.
Babamla çalışma arkadaşlığıyla başlayıp aile
hissime dahil olan yakınlığı hayatlarımıza birçok noktadan dokundu, akışlarının
değişmesine aracı oldu.
Zorlu bir hayatı oldu ama sadece kendi yaşamının mücadelesini vermedi. Haksızlığa uğrayanların önünde siper, hata
yapanların uyarıcısıydı. Ama müdahale olarak algılamazdınız. Niyetinin som,
görüşünün berrak olduğunu bilirdiniz çünkü. Sevdiğini uzaktan sevmediğini.
Paylaştığımız onca an, yolunu açtığı dönüm
noktaları varken ilk canlanan hep o doğum günüm oluyor, ne tuhaf! Lisedeydim.
İkizlerini ve beni alıp Soysal Pasajına götürmüştü. Armağanımı seçmeye. Bir
buluz aldık. Bir şey daha dedi. Quincy Jones’un Mellow Madness’ını istedim.
Duygusu nesnelerini aşan büyüklükte bir hediye olmuştu o gün. 45 yıldır Mellow
Madness’ı, Bluesette’i armonilerinde Güney hanım titreşmeden dinleyemem.
“Kalp yetmezliği vardı. Gece yarısı beni
çağırdı.”
Fikri ölümle bağdaşmayan insanın geride
bıraktığı evi içimde yaşıyorum. O şiddetli kesintiye uğrayışı. Darmadağın
oluşu.
“Yastığı kan içindeydi.”
Ölümün hayata amansız, apansız şamarını yiyen
duyguların, parça parça düşüncelerin, setleri yıkarak taşan anıların
çalkantısını.
İkizlerini, torunlarını, onca sevdiği ve
sevenini.
“Hemen ambulans çağırdım ama hastaneye
yetiştiremedik. Yolda gitti.”
Ah, Güney hanım!
Dişi bir aslandın sen, muhtaç bir hayatın kafesine
giremezdin.
Bencillik tabii ama peki ya biz demeden
edemiyor içim. Varlığın kadar yer tutan yokluğunu yaşayacaklar?
Dünden beri Mellow Madness’ı dinliyorum. Seni
renkleri hiç solmamış günün anısıyla uğurluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder