2 Kasım 2019 Cumartesi

NUNÇİ


Son çevirdiğim kitap Kore kültüründe hayli yer tuttuğu anlaşılan bu kavram üzerineydi. Nunçi, ortamı okuma duyarlığı, becerisi.

Empati ile ortak noktaları olan ama örtüşmedikleri de bulunan, toplumsal yanıyla da duygusal zekadan daha ileri giden bir kavram.

Yazar Euny Hong’un dediği gibi bağlam her şey. Nunçi’ye hakkını vermek, ürünü olduğu kültüre bakmayı gerektiriyor.

Hong, Kore kültürünü kolektivist olarak tanımlıyor. Alıp başını yürümüş bir bireyselliğe geçit vermeyen, bireye bütünün parçası olarak yaklaşan, ondan da önce bütünü gözetmesini bekleyen bir kültür.

Açık büfe kuyruğunda sabırsızlanan el kadar çocukların ana babalarından işittiği şaşmayan azar “Acıkan bir tek sen değilsin, bak, buradaki herkes aç. Sabırlı ol, hiç mi nunçi’n yok senin?” olurmuş.

İnsanlar kendilerini bildikleri andan başlayarak nunçi ile terbiye edilirmiş. Böylece daha okul sıralarından itibaren ortamın ne gerektirdiğini, nasıl davranacaklarını bunların tane tane, tekrar tekrar hatırlatılması gerekmeden bilir hale gelirlermiş.

Yazar bir iki yıl önce izlenme rekorları kıran bir video ile kayda geçen olayı örnek veriyor. Uzun bir tüneldeki trafik kazasının hemen ardından iki taraftaki araçlar derhal en sağlarına yanaşarak durmuş, ortada ambülansların engelsizce geçeceği bir “yaşam yolu” açmış.

Diğer örnek okuldan. Elişi dersinde öğretmen ertesi ders ne yapacaklarını söylemekle yetinir (abajur), bunun için gereken malzemeyi akıl etmeyi eğitimin parçası olarak öğrencilere bırakırmış. Öğrenciler neyin gerektiğini böyle böyle, dikkatlerini ortama vererek öğrenirmiş. (Ev ödevlerinde, ders çalışmalarında ana babanın koltuk değnekliği etmediğini söylemeye gerek kalmıyor.)

Ortam olduğu gibi, yani canlı bir organizma olarak, andan ana değişim içinde kavranıyor.

Bir mekana giriyorsunuz. Girişiniz ister sessiz sedasız ister gürültülü patırtılı olsun, hava değişiyor.

Nunçi’li kişi önce atmosferi yokluyor. Nasıl bir hava hakim? Neler olmakta? Kendini, temposunu, ruh halini, gündemini dayatmadan mevcudu kokluyor.

Bu, insanın kendi sesini (gürültüsünü) kısıp kulağını dışarı açması, konuşmadan dinlemeyi bilmesi demek.

Araya olanı olduğu gibi kavrama imkanı sağlayan bir mesafe koymasıyla nunçi empatiden ayrılıyor. Empatide kendini karşıdakinde kaybetme ihtimali var. Nunçi’de yok. Kavrayış ön planda, onaylama ise seçiminize kalmış.

Bire bir ilişkilerde de değerli bir yol gösterici. (Bu alanda sezginin öbür adı zaten.) Olması istedikleriniz ve karşınızdakinin kasıtlı ya da kasıtsız yanıltıcı tavırlarıyla gözünüz boyanmadan geri çekilip gözlemlemek, değişen verileri toplayıp hesaba katmak, hislerinize kulak vermek, muhatabınıza notu zamanla vermek demek. Bir anda güvenip yaklaşıp hüsrana uğramanın, zarar görmenin önleyicisi.

Nunçi için kendinizi yeterli, formda vs hissetmenize gerek yok. En çökkün halinizde bile başvurabileceğiniz birer çift göz ve kulağınız var. (Çeşitli kaynakların depresyona karşı önerdiklerinin başında kendi dışınıza çıkıp algınızı etrafınıza açmak gelmiyor mu?)

Nunçi sosyal fobide, sosyal ortam kaygılarında da en rahatlatıcısı diyor Hong. Bu durumlarda vurgu hep kişinin kendinedir. Telkinle, kontrolle baş etmeye çalışılır. Oysa nunçi kendinizi bırakıp dikkati ortama vermenizi istiyor. (Böylece genelde aşırı büyütülen insanın “kendi,” ortamın parçası olmaya doğru daha yerinde bir perspektife oturuyor.)

Önce anla!

Kore Çin ve Japonya gibi iki güçlü diş arasında kolay bir lokma olmadan yüzlerce yıl varlığını sürdürebildiyse, 2. Dünya Savaşı ardından bir üçüncü dünya ülkesiyken bugün teknoloji, refah ve popüler kültürde birinci dünya ülkeleri arasına yükselebildiyse, reel koşulları (gözüne mitler, masallar, ezberler perdesi inmeden) görüp değerlendirmesi sayesinde diyor kitap.

Diğer bir deyişle kıvrak nunçi’sine çok şey borçlanarak.

Nunçi değişen isimler altında toplumsal yaşamın (hayatın, ilişkilerin) olduğu her yerde söz konusu kuşkusuz. Kore kültürü anlaşılan onu almış, bilemiş, parlatmış, “mazlumun gizli silahı” haline getirmiş. Yuvarlandığı “ben de ben!” çukurundan çıkarıp bizler de işlevsel bir hassamız haline getirsek neler olabileceğinin tatlı hayallerini kurduruyor.

*
Kolektivizm ile bireyciliğin bizde aldığı biçimi bir kez daha düşündüm.

İlki sürü psikolojisi, ikincisi başı bozukluk olarak yozlaştığı haliyle ters giyilmiş bir çift kundurayı çağrıştırdıklarını.

Kolektivizmin bizde aldığı hal bireye sırtını dayayabileceği, güven duyabileceği istikrarlı, orası burasından delinmeyecek bir dayanak sunmuyor. Tam tersi oluşuyla kendisi orman kanunlarını getiriyor. Bireyciliğe düşen de ayakta/hayatta kalabilmek için ondan geri kalanı da çiğneyip sistemsizliği kural haline getirmek.

Sonuç akıl almaz bir enerji, güven, saygı israfı.

Ve şu “yaşam yolunu” bir türlü açamayıp yerinde saymak.

*
Öte yanda Güney ve Kuzey Koreler, kolektivizmin ışığı kadar dönüşebildiği diktatörlükle gölgesini de temsil etmiyor mu?

*
Kitaptan Nunçi’nin sekiz kuralıyla bitireyim:

1.     Önce zihninizi boşaltın. Muhakeme yeteneğiyle gözlemlemek için önyargılarınızı bir yana bırakın.

2.     Nunçi Gözlemci Etkisinin ayırtında olun. Bir ortama girdiğinizde ortamı değiştirirsiniz. Etkinizi anlayın.

3.     Bir ortama henüz katılmışsanız başka herkesin sizden daha uzun zamandır orada olduğunu hatırlayın. Bilgi edinmek için onları izleyin.

4.     Çenenizi kapamak için hiçbir fırsatı kaçırmayın. Yeterince beklerseniz sorularınızın çoğu siz tek kelime etmeden cevaplanacaktır.

5.     Terbiye kuralları boşuna değildir.

6.     Satır aralarını okuyun. İnsanlar her zaman düşündüklerini söylemez ve bu onların hakkıdır.

7.     İstemeden zarar veriyorsanız bu kimi zaman kasıtlı olarak zarara yol açmanız kadar kötüdür.

8.    Tetikte, atik olun.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder