9 Kasım 2019 Cumartesi

BAMBU RÜZGAR ÇANI


Geldiğimden beri peşindeydim. Sezon bitti, artık yok diyorlardı dükkanlarının tavanından rüzgar çanlarının metali, sedeflisi, deniz kabuklusu bin bir çeşitlemesi sarkanlar. Rastladığım bir ikisi de bambuydu bambu olmasına ama güdük seslerinden çok tepelerindeki olmadık süs püs ile ayrıntıyı sunuyorlardı.



Sonunda Bodrum’da bir yerde buldum. Üstelik ilk kez sese duyarlısıyla karşılaştığım satıcı, büyüğü ile daha ufağı arasında duraksadığımı görünce (“Güzel takırdıyor ama büyüğünki daha yüksek tabii. Kafa şişirmesin..”) küçüğüne dikkat çekti. “Bakın bunun çubukları daha aralıklı, ton farkını tane tane işitirsiniz.”

Torbayı bağrıma basıp dükkandan çıktım.



Çubukların inceliği, bambunun kalitesi, tokmağın tokluğu ile tam kulağıma göre çıkan çanı asıp pikaba Schubert koymuş gibi geçtim karşısında. Enstrüman pek güzel, gerisi onu kaprisine göre çalacak rüzgara kalmış. Artık nereden ne kadar, nasıl ve ne süre eserse. Tokmak ona göre canlanıyor, bazen iki bazen üç bazen fırdolayı altı çubuğa birden vurarak esintiyle değişen ses dizilerini peşi sıra icra ediyor.

Bambu rüzgar çanının üzerimde oturaklı bir etkisi var. Nasıl takırdarsa takırdasın rahatlatıcı. Keskin, tiz bir yanı yok, hiç de olmayacağını bilmek yatıştırıcı belki. Pesliğiyle yaygın, sivriliklere, telaşa karşı koruyucu. İşler zıvanadan çıkar olduğunda nasıl kalman gerektiğini sufle ediyor. En sert rüzgarda bile sesinin sadece sıklığı artıyor, perdesinde telaş olmuyor.

Ve yazın sesi. Bol güneşin. Dans eden ışık-gölgelerin. Sıcağın -o kadar ki onu soğukta işitmek üzerime bir kat daha çaput geçirmeye denk. Isıtıcı.



Zamanın şu şiddetli dönemeçlerinde ne kadar sakinleştirici.

Dinlemek, başımı boyumdan büyük bir pelüş ayının göğsüne yaslamak gibi.

Kulaklarımdan içeri bazen ne işe yarar bir insan ikamesi.

1 yorum: