Bir arkadaşım, Donna Karan’a yıllar önce İstanbul’u
gezdirmiş. Eminönü curcunasına, kalabalığa daldıklarında gözü kılık kıyafette
olan modacı, neyin üzerine geçirildiklerine hiç aldırılmamış el örgüsü
yeleklere, komşu parçayla tek ortaklığı bağırtkan cümbüşü olan pazen entarilere,
çizgileri, puanları, desenleri kıpır kıpır bluzlar, gömlekler, başörtüler,
şalvarından ütülüsüne biçim biçim tarza, malzemeye bakıp heyecanla “Bu nasıl
bir özgürlük!” demiş. “Dipsiz bir ilham kaynağı.”
Hafızamın raflarından sık sık indirip çeşitli
ışıklar altında baktığım gözde anekdotlarımdan bu.
Bazen tembellikten bazen aldırışsızlıktan, kimi
zaman da seçimli bir karşı duruştan çizgi dışına çıktığımda kılıf ederek tepe
tepe de kullanıyorum onu.
Çizgi dediğim bildiğimiz çizgi. Ele güne
sergilediğimiz, öyle de kabul görmüş, ince ince işlenmiş, fena halde
özdeşleştiğimiz, haliyle de halel gelmesinden ölümüne korktuğumuz imajımız.
Ah o imaj! Zevkli, çok zevkli, görgülü,
yaratıcı.. Sıfatlar şıklaştıkça daralan ve kendini başkalarına da dayatmasıyla
daraltıcı bir nevi korse.
Zevkin gereklerini zevkli insan imajını
sürdürme zorlanımından ayırmak hiç kolay değil. İçten geleni kendi kendime
olduğum zamanlarda bile kendime şaklattığım “O öyle olmalı-bu böyle olmaz”
kamçısından.
Donna Karan’ın hayran olduğu özgürlük, işlevin
güzellik arayışının önüne geçmesinden mi doğuyor? Yoksa seçkinliğin, züppeliğin
dayattığı sınırların yanına bile yaklaşmamaktan mı?
Rüyalarında bile derli toplu, şık olduklarından
kuşkulandıklarımı düşünüyor, Donna Karan’ı arkama alıp hınzırca gülerek
gözlerine limon sıkmışım gibi irkileceklerini hayal ettiğim işler yapıyorum.
Son manifestom, daha sıcak olsun diye aldığım
pazen çarşaf ile daha önceki pazar faslından yastık kılıfı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder