20 Ocak 2019 Pazar

YOLDAN

Vefat edenin ikametgahı nerede görünüyorsa veraset işlemlerini orada yaptıracaksınız dedi bilgisayar çağının 30 yıl öncesinden hortlamış ses. Yani bulunduğum yerin 575 km güneydoğusundan. Şapkasından türlü çeşitli mahluk çıkaran bürokraside 2 ile 2 bu kez de 4 etmeyecekti demek. Kızgınlıkla eve döndüm. Diş fırçamı kapıp arabaya atladım. Kurt havasına dalıp kaprisleri dipsiz ulu parmağın gösterdiği vergi dairesinin yönünü tuttum.

Yerden ince karlı su püsküren karanlık ıslak kış havası dikkatimle birlikte yolda olmanın heyecanını da biledi. Nedenini koy bir yana, suyuna dönen balık oldum.

Yolda olmak soluğumu nasıl da ritme sokup derinleştiriyor.

Kirli (ama bunca yağmurla hiç değilse sulu) Tuz Gölü, Aksaray, geç onları, dağım Hasan ile güzergahın en ballı kısmı başlasın. Yerde kar, gökte bulutlar, önümde ufuk boyu açılan Toroslar, ışık ve bulutların oyunuyla nefesimi kesti. Çekildikten sonra aşırı işlenmiş bir fotograf gibi gerçeklik hissini zorluyorlardı. Varlık ile yokluk arası. Bir iki karakalem hareketiyle tersyüz edilmiş. Gözlerimin deklanşörüne ardı ardına bastım. Yolla birlikte değişerek akan kareleri epey bir zaman kalsın istediğim hafızaya attım.



*
Bir hoşluk da yeniden köyde, kuzenlerle olmak tabii.

“Nereden çıktın sen?!!”

“Vergi dairesi yolladı.”

“İyi. Yumurta törenini de yaparız.”

Araba yeni ya. Yumurta da bir can.

“Her tekerinde bir yumurta kıracağız. Alıp alacağın can bu olsun diyeceğiz.”

Her birimizin elinde birer yumurta, kaza belaya karşı törenimizi yaptık. Gecenin bir vaktiydi. Suratına yumurtayı yiyen kış lastiğinin hayretini hayal edip güldüm.

E, Felix, yeni araba, sen de sahibin ve yakınlarını tanımaya başla. Benim kanım şimdiden sana kaynadı. Kıvrak, uysal, oturaklı geliyorsun. Cantlarında da yumurta sarısı.

*
Ertesi sabah karanlık bir sağanakta ver elini son durak. Hava durup durup yükleniyor. Psikotik epizoduna yuvarlanmış bir bipolar dersin. Sakinleşir olmasıyla yeni bir rüzgar şamarı aşketmesi bir oluyor, ardından silecekler yine soluk soluğa.

Tam iki ay sonra yeniden merhaba Akdeniz! Yazın menekşe mavisi yerini kurşuni zeminli limon küfüne bırakmış, köpük köpük. İki ay deyip geçme, koca bir perde değişti oyunda. 

Yeni bir fasıl da devlet dairesinde.

“Yanlış gelmişiniz. İşlem vefatın gerçekleştiği yerde yapılır.”

Önümde ağır çekim yaklaşan bir yol ayrımı: Cinnet geçirmek ya da boynu bükük mağduru oynamak.

İkincisi.

“Aman yapmayın! Ta Ankara’dan geldim. Öyle dediler.”

Karşımdaki anlayışlı, medeni. “Ben burasıyla ilgili işleminizi yapayım da. Gerisi alanım değil. Size vergi dairesinde yardımcı olurlar.”

Vergisinin gücünü elinde bilip kullanan çağdaş vatandaştan fersahlarca uzakta, devlet kulu refleksinin işleyişi.

Allah razı olsun!

O da ne, kulluk ettiğimiz bürokrasi şapkasından yeni bir mahluk çıkarmıyor. Ciddi, anlayışlı memur sunduğum belgeleri kabul edip işlemi gün içinde bitirmeye çalışacağını söylüyor.

Öğle vakti. Gözde kitapçıma uğradım. Sonra yeni bir sağanak atağının geçmesini arabada bekledim. Dışarıyı damla-dalga ıslanan camın dinamik filtresi ardından seyrettim. Görünüm andan ana değişerek suluboyalaştı. Soğukça ama nefis bir seyir. Sürdü gitti.



Her zamanki kebapçım. Sıcağa karşı koca pervaneler yerine içeride bir dip köşede ısıtıcının altında büzüşmüş.

Yeniden araba. Başka bir açıdan suluboya seyre devam.

Ve müjde! Müteveffanın vergi borcu yoktur yazısı çıkmış.

Havanın ciğeri bir iniyor bir kalkıyor. Geçici sükunetle yer değiştiren rüzgar, sağanak. Körük ine kalka dursun Akdeniz artık düpedüz vahşi! Birkaç metrelik dalgalar üst üste, art arda, kıyı dövülüyor, palmiyeler iki büklüm, ileride dağlar, beride, bu düzenlemede neredeyse güzelleşen yapılaşmanın kahve tonları siluetleri.

*
Bir gün de dinlenmenin ardından geri dönüş.

Rüzgar Toroslardan ve çok sert esiyor. İki günde kar örtüsü yayılıp yükselmiş. Yolda yer yer kar-buz yamaları. Rüzgarın yola doğru tozuttuğu ince kar görsel bir lezzet ama onu mezelikte bırakıp dikkati yekpare tutmak gerek. Şakası yok, kara kış.



Otobüs şoförlerinin uğursuzluk getireceğine inanıp hiç hoşlanmadığını yapıp ne zaman nerede olacağımı hesaplayarak Aksaray’a yaklaşıyordum ki bir dönemecin ardında upuzun bir TIR kuyruğuyla karşılaşmamla trafiğin durması bir oldu. Sağımda TIR’lardan bir sur, arkamda Bağdad’dan gelen bir otobüs, önümde bir araba, iki sıra arasında, uyanıklık edip o kaygan zeminde araya girmeye kalkarak çaprazlamasına durmuş bir başkası: Çakılıp kaldığımız iki buçuk saat boyunca sahnemi oluşturdu. Araçlarına girip çıkanlar da figüranlar. (Yalnız yolculuk eden de, tek kadın da bendim.) Akıllı telefonun nimetleri. Uydu haritasında arkaya doğru uzayıp giden kırmızı kuyruk ile olan biteni anı anına izledim. Benzin deposu ile mesanem yarı yarıya, biri boşalırken diğeri dola dursun, haberdar olmak sabırsızlık ve çaresizlik karışımına iyi geliyordu. Süt kardeşim Aksaray karayolları müdürlüğünü aramış. Gülerek, kızkardeşim trafikte kaldı diye ağladım, dedi. TIR yattı da, çalışıyoruz, açmak üzereyiz demişler. Nice zaman sonra biraz kımıldayıp yeniden duran TIR’lar arasından, bulanan havanın kuşattığı karlı tepeler. Beyaz göz yakıcı. O da ne, trafik usul usul açılıyor ama silecek suyu tükeniverdi! Arada camdaki opak bulamaç, körlemesine bir gidişle 40 km daha ve deniz kazazedesinin kendini dar attığı ıssız ada misali konaklama yeri!



Yoğun trafikle yola devam. Artık adamakıllı yorgunum ama soluğunu bir kuvvetle üfürmesi insana haddini oracıkta hatırlatan doğa o kadar güzel ki. Akşamüzeri ışığı bilenmiş, diri, hemen ardından altınsı. Sefil Tuz Gölü bile Kuğu Gölü gibi görünüyor.




Sağ olsun yumurtalar ve Felix, bir yolculuk da çıkını alacalı şeylerle dolu, böylece sona eriyor.



(Yazmaya karanlıkta başladıydım.)

2 yorum:

  1. Akilli telefona bayagi alismissin ...:)) Felix de hayirli olsun

    YanıtlaSil