Vefat edenin ikametgahı
nerede görünüyorsa veraset işlemlerini orada yaptıracaksınız dedi bilgisayar
çağının 30 yıl öncesinden hortlamış ses. Yani bulunduğum yerin 575 km
güneydoğusundan. Şapkasından türlü çeşitli mahluk çıkaran bürokraside 2 ile 2
bu kez de 4 etmeyecekti demek. Kızgınlıkla eve döndüm. Diş fırçamı kapıp
arabaya atladım. Kurt havasına dalıp kaprisleri dipsiz ulu parmağın gösterdiği
vergi dairesinin yönünü tuttum.
Yerden ince karlı su
püsküren karanlık ıslak kış havası dikkatimle birlikte yolda olmanın heyecanını
da biledi. Nedenini koy bir yana, suyuna dönen balık oldum.
Yolda olmak soluğumu nasıl
da ritme sokup derinleştiriyor.
Kirli (ama bunca yağmurla
hiç değilse sulu) Tuz Gölü, Aksaray, geç onları, dağım Hasan ile güzergahın en
ballı kısmı başlasın. Yerde kar, gökte bulutlar, önümde ufuk boyu açılan
Toroslar, ışık ve bulutların oyunuyla nefesimi kesti. Çekildikten sonra aşırı
işlenmiş bir fotograf gibi gerçeklik hissini zorluyorlardı. Varlık ile yokluk
arası. Bir iki karakalem hareketiyle tersyüz edilmiş. Gözlerimin deklanşörüne
ardı ardına bastım. Yolla birlikte değişerek akan kareleri epey bir zaman kalsın
istediğim hafızaya attım.
*
Bir hoşluk da yeniden
köyde, kuzenlerle olmak tabii.
“Nereden çıktın sen?!!”
“Vergi dairesi yolladı.”
“İyi. Yumurta törenini de
yaparız.”
Araba yeni ya. Yumurta da
bir can.
“Her tekerinde bir yumurta
kıracağız. Alıp alacağın can bu olsun diyeceğiz.”
Her birimizin elinde birer
yumurta, kaza belaya karşı törenimizi yaptık. Gecenin bir vaktiydi. Suratına
yumurtayı yiyen kış lastiğinin hayretini hayal edip güldüm.
E, Felix, yeni araba, sen
de sahibin ve yakınlarını tanımaya başla. Benim kanım şimdiden sana kaynadı.
Kıvrak, uysal, oturaklı geliyorsun. Cantlarında da yumurta sarısı.
*
Ertesi sabah karanlık bir
sağanakta ver elini son durak. Hava durup durup yükleniyor. Psikotik epizoduna
yuvarlanmış bir bipolar dersin. Sakinleşir olmasıyla yeni bir rüzgar şamarı
aşketmesi bir oluyor, ardından silecekler yine soluk soluğa.
Tam iki ay sonra yeniden
merhaba Akdeniz! Yazın menekşe mavisi yerini kurşuni zeminli limon küfüne bırakmış, köpük köpük. İki ay deyip geçme, koca bir perde değişti oyunda.
Yeni bir fasıl da devlet
dairesinde.
“Yanlış gelmişiniz. İşlem
vefatın gerçekleştiği yerde yapılır.”
Önümde ağır çekim yaklaşan
bir yol ayrımı: Cinnet geçirmek ya da boynu bükük mağduru oynamak.
İkincisi.
“Aman yapmayın! Ta Ankara’dan
geldim. Öyle dediler.”
Karşımdaki anlayışlı,
medeni. “Ben burasıyla ilgili işleminizi yapayım da. Gerisi alanım değil. Size
vergi dairesinde yardımcı olurlar.”
Vergisinin gücünü elinde
bilip kullanan çağdaş vatandaştan fersahlarca uzakta, devlet kulu refleksinin
işleyişi.
Allah razı olsun!
O da ne, kulluk ettiğimiz
bürokrasi şapkasından yeni bir mahluk çıkarmıyor. Ciddi, anlayışlı memur
sunduğum belgeleri kabul edip işlemi gün içinde bitirmeye çalışacağını söylüyor.
Öğle vakti. Gözde
kitapçıma uğradım. Sonra yeni bir sağanak atağının geçmesini arabada bekledim. Dışarıyı
damla-dalga ıslanan camın dinamik filtresi ardından seyrettim. Görünüm andan
ana değişerek suluboyalaştı. Soğukça ama nefis bir seyir. Sürdü gitti.
Her zamanki kebapçım.
Sıcağa karşı koca pervaneler yerine içeride bir dip köşede ısıtıcının altında büzüşmüş.
Yeniden araba. Başka bir
açıdan suluboya seyre devam.
Ve müjde! Müteveffanın
vergi borcu yoktur yazısı çıkmış.
Havanın ciğeri bir iniyor
bir kalkıyor. Geçici sükunetle yer değiştiren rüzgar, sağanak. Körük ine kalka
dursun Akdeniz artık düpedüz vahşi! Birkaç metrelik dalgalar üst üste, art
arda, kıyı dövülüyor, palmiyeler iki büklüm, ileride dağlar, beride, bu
düzenlemede neredeyse güzelleşen yapılaşmanın kahve tonları siluetleri.
*
Bir gün de dinlenmenin
ardından geri dönüş.
Rüzgar Toroslardan ve çok
sert esiyor. İki günde kar örtüsü yayılıp yükselmiş. Yolda yer yer kar-buz
yamaları. Rüzgarın yola doğru tozuttuğu ince kar görsel bir lezzet ama onu
mezelikte bırakıp dikkati yekpare tutmak gerek. Şakası yok, kara kış.
Otobüs şoförlerinin
uğursuzluk getireceğine inanıp hiç hoşlanmadığını yapıp ne zaman nerede
olacağımı hesaplayarak Aksaray’a yaklaşıyordum ki bir dönemecin ardında upuzun
bir TIR kuyruğuyla karşılaşmamla trafiğin durması bir oldu. Sağımda TIR’lardan
bir sur, arkamda Bağdad’dan gelen bir otobüs, önümde bir araba, iki sıra
arasında, uyanıklık edip o kaygan zeminde araya girmeye kalkarak çaprazlamasına
durmuş bir başkası: Çakılıp kaldığımız iki buçuk saat boyunca sahnemi
oluşturdu. Araçlarına girip çıkanlar da figüranlar. (Yalnız yolculuk eden de,
tek kadın da bendim.) Akıllı telefonun nimetleri. Uydu haritasında arkaya doğru
uzayıp giden kırmızı kuyruk ile olan biteni anı anına izledim. Benzin deposu
ile mesanem yarı yarıya, biri boşalırken diğeri dola dursun, haberdar olmak
sabırsızlık ve çaresizlik karışımına iyi geliyordu. Süt kardeşim Aksaray
karayolları müdürlüğünü aramış. Gülerek, kızkardeşim trafikte kaldı diye
ağladım, dedi. TIR yattı da, çalışıyoruz, açmak üzereyiz demişler. Nice zaman
sonra biraz kımıldayıp yeniden duran TIR’lar arasından, bulanan havanın
kuşattığı karlı tepeler. Beyaz göz yakıcı. O da ne, trafik usul usul açılıyor
ama silecek suyu tükeniverdi! Arada camdaki opak bulamaç, körlemesine bir
gidişle 40 km daha ve deniz kazazedesinin kendini dar attığı ıssız ada misali
konaklama yeri!
Yoğun trafikle yola devam.
Artık adamakıllı yorgunum ama soluğunu bir kuvvetle üfürmesi insana haddini
oracıkta hatırlatan doğa o kadar güzel ki. Akşamüzeri ışığı bilenmiş, diri,
hemen ardından altınsı. Sefil Tuz Gölü bile Kuğu Gölü gibi görünüyor.
Sağ olsun yumurtalar ve
Felix, bir yolculuk da çıkını alacalı şeylerle dolu, böylece sona eriyor.
(Yazmaya karanlıkta başladıydım.)
Akilli telefona bayagi alismissin ...:)) Felix de hayirli olsun
YanıtlaSilTeşekkürler. Telefon sayende :)
Sil