Güneydeki ev tamamlanmak
üzere; içini gezdiriyor babam. Geniş salonda bir işçi, elinde mala, tavanı
sıvalıyor. Bir odadan çıkıp ötekine giriyoruz. Ne güzel bir armağan bu böyle!
Kimi ayrıntıda babamın beğenisini paylaşmıyorum. Bir duvarın rengi, tavanlardan
birindeki alçı süsleme.. Ama öyle büyük bir ev ki, öyle rahat.
Dışarı çıkıyorum. Üç
tarafta deniz. Kabarık. Çırpıntılı. Beride buğday tarlası. Rüzgar, biçilmemiş
başakları dalgalandırıyor. Güneşin ışığı turuncu.
Biraz yürüyorum. Bitişik
evlerin bahçeleri kalabalık. Kırmızı tırnaklı bir kadınlar topluluğu kağıt
oynuyor. Yüzme havuzundan çıkmış gençler. Boyunlarında havlu, ıslak ayaklarla
çimlerin üzerinde dolanıyor. Mangalın başındaki adamı çevreleyen erkekler.
Ellerinde rakı kadehleri. Yüzümde hoşnut bir gülümseme, selamlıyorum insanları.
Fark etmiyorlar.
Evleri geçiyorum. Şimdi
etraf bomboş. Tozlu bir yol, asfalt değil. Yaprakları tozdan beyazlaşmış
ağaçlar.
Yitiriyorum yönümü.
Birden görkemli bir yapı
çıkıyor karşıma. İçeri giriyorum. Kimse yok. Pencereleri ağır perdelerle örtülü
bir kabul salonundayım. Değerli halılar. Ceviz ağacı dolaplar. Klasik möble.
Her şeye koyu vişne çürüğü rengi egemen ve yarı karanlık. Mat kristaller. Neden
sonra elinde tepsiyle bir adam, camlı kapıdan giriyor. Yolu kaybettiğimi
söylüyorum. Konuşmuyor. Aynı kapıdan üç dört kişi daha beliriyor. Öndeki kadın,
ellerini basma entarisine kuruluyor. Yolu kaybettiğimi onlara da söylüyorum.
Yorulmuşundur, diyor kadın. Yuvarlak masanın başındaki iskemleyi gösteriyor.
Hep birlikte oturuyoruz. Artık dönmem gerek ama.. Çay ikram ediyorlar ve simit.
Kaynayan semaver arkamızda.
Sessizlik. Bölmek
istiyorum. Sizinle, diyorum, komşuyuz.. Buraları anayola uzak: yiyecek
gereksinimini rahat karşılayabiliyor musunuz? Duymazlıktan gelinecek bir şey
söylemişim gibi ağırlaşıyor sessizlik. İnce belli bardaklar sakin aralarla
masaya konup kalkmaya devam ediyor. Çocuk simidini iki parçaya bölüyor.
Çekingen, gülümsüyorum: Yani, yakıt almak istediğinizde.. uğruyor mu tanker?!!
Son hecede, işte o an,
gözüm masaya bitişik pencereye takılıyor. Tek parça camı geniş, perdesiz.
Dışarısı-
Dışarısı
su. Deniz. İçerde, dibindeyiz. Ya da ortalarında.. bilmiyorum.. dip görünmüyor.
Görüşüm pencereyi çizgi
çizgi yükselerek bir anda kavrıyor. Güneş ışınları
güneş ışınları suyun rengini yukarıya doğru açmış.
Bir teknenin dibi. Net bir
karaltı. Çelik ciğerli bir dalgıç. Henüz çok uzakta, küçük bir nokta. Suyun çok
koyu yeşil-lacivert olduğu yere doğru devinen paletler.
tanker?!!!
Ama buna gerek yok ki,
diyor kadın. Ekliyorlar hep birlikte:
ÖLDÜN sen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder