31 Mayıs 2016 Salı

ALFAMA

Işıl ışıl bir Pazar sabahı. Ne sıcak ne soğuk. Köşe başındaki kahvede aynı kız gülümseyerek siparişimi aldı. Bu kez kruasanlarımdan güvercinlere vermedim –onun yerine, kapıda dilenen aynı yaşlı kadının çanağına bozukluk attım.

Eski bir Mercedes taksinin yaşlı şoförüne Alfama’ya dedim. Şehrin, yukarıda Sao Jorge kalesiyle nehir kıyısında bir tepesine yayılan pitoresk mahallesi.

Şoför kırık dökük İngilizcesiyle Pombal Anıtını gösterdi, göbeğe, yuvarlak ya, rotundo dediklerini anlattı. Güney garını, Rua do Oro-Altın Sokağının adının kuyumculardan geldiğini.

Fado Müzesi önünde indim (Lizbon irili ufaklı elli müzesiyle bir müzeler şehri). Vurdum tepe yukarı. Yine millet millet turiste karışmadan epey bir süre tek başıma tırmandım. 28 numaralı sarı tramvayın yukarı çıktığını biliyordum. (Sonradan hoş bir ayrıntı öğrendim. Dik inişlerde frene destek olsun diye kum torbaları kullanırlar, yokuş çıkarken yük fazlaysa torbaların bir kısmını yola boşaltırlarmış. Yine mi olmadı, yolcuların da bir kısmını indirir, düze çıkana kadar vagon boyu yürütürlermiş. Yağmurda ıslanıp çamur olan bu boşaltılan kumlar böyle zamanlarda yokuşu yaya çıkmayı iyice sevimsizleştirirmiş. Gerçekten de raylar boyu yer yer kum birikintileri görülüyor.) Ama rayları izleyip gerisini bacaklarıma bıraktım. Yolda olmaktan dört köşe, işlektiler, şükranla çalıştırdım.

Bir süre sonra, aşağı, kıyıya güzel bir bakış sunan ilk terasta kalabalığa katıldım. Yamaç boyu alçak yapılar, kiremit çatılar, arada bir palmiye, bir tutam yeşil.



Dar sokaklar, merdivenler, seramik cepheler.. Kaleye kadar çıktım. Tepedeki bir dükkandan hediyelik seramikler aldım –ancak ödeyip sırt çantama attığımda bunu şimdi yapmanın o kadar akıllıca olmadığını fark ettim. Ufak tefeğin toplamı ağırdı. Sersemliğime gülüp omuz silktim. Kale kapısında upuzun bir kuyruk vardı, girmedim.

Başka sokaklardan inişe geçtim. O kadar güzeldi ki. Her şey. Gün. Yer. İçim. Dışım.

Bir Aziz Kristof kilisesinin merdivenlerini çıktım. Bir afiş, insanları kiliseye katkıya çağırıyordu. Hıristiyan bir arkadaşım yıllar evvel kazadan beladan koruması için arabama koyacağım bir maskotunu vereli, Hermes’in Hıristiyan karşılığı, yolcuların koruyucusu bu aziz, ruhsal ahbaplarımdan. Aralık kapıdan kulak verdim. Tatlı bir koro. Usulca içeri süzüldüm. Loş bir mekan, ufak bir cemaat. Orta geçitte havada asılı duran (21 basamaklı) bir merdiven. Koro yerini rahibe, onun tenor terennümüne bıraktı. Bunu cemaat izledi. Sakin. Dingin. Dinledim dinledim.



Avlu duvarları silme mavi seramik (azulejo çoğunlukla mavi olurmuş, ilk rengi, diğerleri epey sonra eklenmiş) kaplı, ikincil bir saray olduğunu öğrendiğim mütevazı bir yapıya peşinden girdiğim birkaç turist, aşağı inene kadar turistten yana son gördüklerim oldu. Ne yaptım bilmiyorum ama iyice daralan geçitlerde yeniden tek başımaydım. Yönümü kestirmeye yeltenmedim.

Geçitler sokaklara, sonuncusu da koskoca bir caddeye dönüştü, kendimi kıyıda devasa bir meydanda buldum. Üç yanında revaklı yapılar, bir ucu kıyıya, diğeri koskoca bir tak ile şehre açılan, ortada kaçınılmaz anıtlı, bir kenarı 170 metrelik (imiş) hipnotik bir açıklık. Karşı tarafına yürüyüp teras kafelerden birine çöktüm. İçecek, yiyecek, biraz daha içecek ve kahve istedim. Yerin adını sordum. Praça (Prasa okunuyor) do Comércio imiş, ticaret meydanı. Bacaklarımdaki laktik asit sabah sisi gibi dağılmaya yüz tuttuğunda kalktım. Sahile yürüdüm.



Birçok yerde doğrudan suya inen hafif bir rampa ya da basamaklar var. Duvarlar, yükseltilerle kendilerini nehirden sakınmaya çalışmamışlar. Oysa Rio Tejo, 1755’in 1 Kasım’ında halk Azizler Gününü kutlamak için toplandığında gelen büyük deprem ve onu izleyen yangın ile tsunamide binlerce kişinin ölümüyle şehrin hafızasına nakşolmuş bir dehşetin de parçası. Salazar döneminde de evler ırmağa arkalarını dönmüş. Şimdiyse inşaatlarda cepheler yeniden Tejo’ya çevrilmeye başlamış. Bu yumuşak geçişle sen de yürümeye devam ederek suya karışıp gidebilirsin.

Bir gitardan gayet ustaca yükselen blues’a çekildim. Sokak müzisyenlerinden yana da talihim açık. Atmosfere ne güzel, ferah bir esinti katan kaçıncısıydı bu.

Geri dönüp insanların dibinde karınca gibi kaldığı taktan geçerek çıktığım sokağın Rua Augusta olduğunu gördüm. Bak sen! Gökte ararken yerde bulmak diye buna denir. 

Kalabalık, capcanlı bir yaya caddesi. Buraya açılan sokaklardan birinde dün Guida’larla öbür tarafından geçtiğimiz tarihi asansör kulesiyle de karşılaşınca, kafamın yön tutmazlığına yanlış eczada banyo edilmiş fotograf gibi iz bırakmış şehir planını oraya buraya çekiştirdiysem de bu olanları açıklayabilir hale getiremedim. Vazgeçtim. Aşağıdan asansörün (Elevador de Santa Justa) seyrine koyuldum. İki mahalleyi, Baixo ile Bairro Alto’yu birbirine bağlıyormuş. Geçen yüzyıl başından 45 metrelik neogotik çelik dantel süslü bodur cüssesi ile şehir ve ırmağa güzel bir bakışı varmış. Öyle olsun.




Güney garının önünden Avenida da Liberdade’nin alt ucuna çıktığımda çemberi tamamlamaktan ziyade sabah taksiden ineli bir tekrarı daha olamayacak bir fiyonk atmış oldum.

Karşıya geçip Hard Rock Cafe’nin ilginç rölyefli binası etrafından Özgürlük Caddesinin arka sokaklarına daldım. Açıktaki masalar, kahve, lokantalar dolusu yiyen içen insan.

Akşamüzeri Guida’nın tavsiyesi üzerine yeniden Gulbenkian’a, bu kez parkın diğer ucundaki, çağdaş Portekizli sanatçılara ayrılan modern sanat müzesine gittim. Çok sayıda eser olmayan güzel, uygun bir mekan. Alman bir sanatçının sergisini ilgim fazla uyanmadan dolaşırken grubuna sanatçıyı Portekizce anlatan bir rehberi işitip yanlarına gittim, başımı grubu taklit ederek söylenenleri anlarmış gibi o tablodan berikine çevirip onlarla kaldım, Portekizce dinledim.


Sonra kahve ve maden suyu alıp dışarı çıktım, parkın gür yeşiline karşı gölgede bir masaya oturup defterimi açtım.


Lizbon fotografları:

https://picasaweb.google.com/118198168542066911108/6290383981249173953

Benim notları bilgisayara aktarırken yaptığım gibi fado katık etmek isterseniz diye de:

https://www.youtube.com/watch?v=O7X6bP7aiTI

https://www.youtube.com/watch?v=dE_BPn9prtQ


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder