Tepemizde helikopterlerin dört döndüğü, terör
beklentisiyle sokakların bomboş olduğu soğuk bir bahar sabahı. 20 Mart, annemin
doğum günü. Kuzinimle 21 yıldır onu öldüğü günde anmak yerine duya duya
doğumunu kutluyoruz. Anmadığımız pek az ama 20 Mart’ı onun hoşlanacağı gibi
yaşamaya bakıyoruz.
Bu sefer kuzinimin evinde, leitmotifi annemin ben geldim ıslığı olan Beethoven keman
konçertolu, konyaklı bir kahve ayiniyle.
Günlerin geriliminden yorgunuz ama ölgün değiliz.
Hayatlarımızda önemli bir yer tutmuş bir insanın sevgisine yer açmak içimizi de
açıp yumuşatmış. “Yaşasa şimdi ölürdü” dedim. Pırpır yürekliydi annem, endişeli.
Yok, çoktan ölmüştü, dedi kuzinim. Güldük.
İyi ki olmuşlar dedi sonra, annemle dayılarımı,
sundukları ortamı, hamurlarımızın yoğruluşundaki etkilerini kast ederek.
Yorgunluk ve sevginin verdiği bir sükunetle söyleştik,
gülümsedik, güldük.
“Kusurları, tuhaflıklarında bile bir hoşluk vardı.”
Evet.
Bize bakmayı, görmeyi, duymayı öğrettiler. Heyecanı. Tat
almayı, aldığın tadı paylaşmayı.
Kalburun altında kalanlarla işimiz çoktan bitmiş,
üstündekilere şükranla şu tuhaf dünyadan geçişlerine kadeh kaldırdık.
Gözüm gidip gidip tonunu ancak onların tutturacağı bir
eflatundan geçkince lalelerle dolu vazoda duruyordu.
Bu halleri de hoşuma gidiyor dedi kuzinim.
Katılıyorum. Taptazeyken anlattıklarından bambaşka bir
hikayeleri vardı şimdi.
Ölümle yaşamın iç içe geçen hissi, fikri, imgeleri
lalelerden etrafa yayılıyor, helikopter seslerine, Beethoven’in kemanına,
kahvenin demine karışarak dalgalanıyordu.
Ufak kamerayı bırakıp başımı geri yasladım.
Derin bir nefes alıp saldım.
İyi ki doğmuşun anne.
Değmiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder