Yürüyorum, gözlerim yerde. Bir çukura düşmemek, tutuşu
farklı farklı taşların cam gibi olanında ya da körler için döşenmiş ama ancak
kupkuru havada kaygan olmayan sarı şeritlerde kaymamak, düzlükten çok daha sık
olan girinti çıkıntıda tökezlememek için öyle olmak zorunda. Bastığın yere
bakacaksın. Gözlerin ileriye, yukarıya, etrafa pek az, kısacık süreler boyunca
çevrilecek. Kaslarını çalıştırabilirsin, çalıştırmalısın da ama beynin sadece
ayakta kalmaya işleyecek.
Yoksa devrilirsin.
Adımlarımın altında kayıp giden kaldırımlara bakıyorum.
Çırpıntılı bir deniz gibi alçala kabara uzanan zeminde sıkışıp
genişleyen kaldırımlara. Döşemelerine. Oynak zeminle birlikte çoğu hareketli,
bazen birkaç metrede değişiveren, tür tür, çeşitli büyüklükte taşa, apartman
önlerinin devamında seramiklere. Aralarından şişmiş damarlar gibi geçen tahliye
borularına. Kimi yukarıda kimi aşağıda kalmış rögar kapaklarına.
Genişi de var, iri bir insanın yarı gövdesinin yolda
kalacağı kadar darı da. Bu ikisinin birbirini izlemesi ya da epey bir bölümünü
zaten park eden arabaların kapladığı kaldırımın birden, öylemesine son
buluvermesi hiç alışılmadık değil.
Bütün bu curcunada pırıl pırıl bir ayna görüyorum.
Zihniyet aynası.
Kaypak zeminde gözetilmeyen bütün ve bütünlük. Basılan
yerle sınırlı görüş.
Şu fırtına kıyamette neresine bassan çamur fışkırtan
karmaşa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder