Eve 64 basamakla çıkılıyor. (Asansör yok, hayır.)
Elim kolum, aklım dolu, boş, yorgun, dinç, sevinçli,
kederli, kızgın, sabırsız, kanatlanmış, ayak sürüyerek, düz.. dokuz yaşımdan
beri binlerce kez her durumda inip çıktığım 64 basamak.
Hedefle arama girdiğini hissettiğim, bir an önce bitmesi
için sevimsiz bir yemeği çiğnemeden yutar gibi çıkıp indiğim basamaklar. Yüzüne
bile bakılmayan, varlık nedeni işini görmesinden ibaretmiş gibi davranılan
isimsiz, önemsiz görevliler
karşısındaki tavırla kullandığım basamaklar.
Geçende ilkine adım atarken perde birden değişti. Durdum.
Bu herhangi (çoğunlukla sevimsiz) bir sıfatla donatılmış, tez elden aradan
çıkarılmaya bakılan bir fasıl değil. Senin hayatın. Şu anı. Öyleyse hakkını ver.
Görevlinin yüzüne bak, gör. Baştan
savma. İlişkilen. Ve ağır ağır, lokması dünya para bir havyar tadar gibi
çıkmaya koyuldum.
Hareket halindeki bedenimi hissettim –hayatı aklının
kalabalığıyla bir tutup yüzüne bakmadığın diğer bir varlık. Kasların,
eklemlerin tıkır tıkır işleyişini, aralarındaki akıcı işbirliğini, nefesin
değişimini, enerjinin dalgalanışını. Kapılardan sızan insan, alet seslerine
kulak açtım. Kattan kata ağırlaşa hafifleye değişen kokuları kokladım. Soğuğun
giriş katında kaldığını, çıktıkça kaslarım kadar havanın da ısınışını bildim.
64 basamağı hayatla arama giren bir engel değil, kendisi olarak, hayatım olarak
yaşadım.
*
Çünkü öyle. Zihin şişmiş dişeti gibi bütün algıyı işgal
etmediğinde, yanında devede kulak kalırken şişirile şişirile devenin kendisi
sanılmaktan çıktığında, haddi hatırlatılıp uçsuz bucaksız bir mevcudiyetin
sayısız akışından biri haline geri döndüğünde, “hayatım” dediğin şey onun
tanımlarından, isteyip istemediklerinden, asılıp kaçındıklarından, korkup
arzuladıklarından özgürleşmiyor mu?
Ama ömür boyu oturmuş bir basışı değiştirmek gibi bu.
Ağırlığımı bir tarafa vermeyeyim, dengeli basayım da iskeletim doğru hizalanışa
gelsin, kemiklerim deforme olup eklemlerim eşitsiz çalışmasın, iyi olur demekle
olacak şey değil. Alışkanlığın akıntısının dışına çıkmak çaba, süreklilik
istiyor. En zoru da kolayın, alışıla geldiği gibi devam etmenin çekimine karşı
çıkmak. Ufacık bir alışkanlığı bile değiştirmek belli bir zaman ve çaba yatırımı
demek, nerde kalmış hiç sorgulanmadan biat edilen zihin zorbasına çekilip şöyle
bir kenardan bakmak, bunu (zorbanın tahtından olacağı korkusuyla yoluna
çıkardığı –kuşkular, olmaz!lar, küçümseme, yok bilme- olmadık engele rağmen)
sürekli kılmak, sonunda maskesini indirip yaşamın hiç de onun “Böyledir!”
buyurduğundan ibaret olmadığını görmeye başlamak.
Olsun varsın, değiyor!
*
64. basamağa geldiğimde, farkına ancak sabırsızlığıma
konu olmasıyla vardığım bir faslın, zihnin tercümanlığı, sonsuz kaprisleri
aradan çıkarak ferah feza yaşandığında nasıl canlandırıcı, tazeleyici olduğunu
bir kez daha keşfetmenin keyfiyle anahtarıma davrandım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder