Adımlarım etrafında girdaplanan çıtır çıtır güz
yaprakları, Çankaya’dan Mithat Paşa’ya, oradan Maltepe’ye yürüdüm.
Bakışımı yerden kaldırdıkça alçala yüksele binalar ormanı
boyu cepheleri kaplayan tabelalara takıldım. İrili ufaklı, eskili yenili, biçim
biçim, kesintisiz bir tabela akışı. Işıklı ışıksız, oyuncaklı, düz, renk renk
tabela. Avukatlar, diş hekimleri, dershaneler, kafe, klinik, dükkan, ağdacı, “merkezler”…
Açmış ağzını, avaz avaz göze bağıran adlar, unvanlar, sloganlar.
Tuzaklarla dolu eğri büğrü, çukurlu engebeli zemin,
dikkatimden irice bir bölümü yere kapaklanmadan yürüme cambazlığına çekerken
kalanı, insan-araç, arapsaçı bir kalabalığa tepelerden tüy diken bu gürültüye
gitti.
Yılmaz bir azimle yatıştırıcı, göz okşayıcı bir şeyler
arandım. Soluğumu toplayacak güzellikler. Gök de ağır, kurşuni; ağaçlarla
yapraklarından başka şey bulamadım.
Şehrin bangır bangır teksesliliği, şekilsiz gri
kalabalıktan ben de buradayım diyen tabelalarla sivrilerek arşa yükseldi durdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder