Bu kez Paris vuruldu, defalarca ve çok ağır.
Kendiminkilerden başlayarak tepkileri izledim. Ankara ve
Suruç’ta lanetler okuyarak yasa girenlerden tek söz çıkmayışından ektiklerini
biçiyorlar işte, şaşacak ne var türü bilgiçliklerle araya set çekenlere, bu
Batı uygarlığımıza saldırıdır diyen batılılara, profil resimlerini anında
Fransız bayrakları, Eyfel kuleleri vs ile değiştirenlere.
Biz ve onlar saflaşması. (Ankara saldırılarında hiçbir yabancı,
profil resmini Türk bayrağı vs’ye çevirmedi, Beyrut patlamaları da benim
uzağımda kaldı. Bunlar onların cehennemi diyerek mesafe koyduğumuz nicesi.
Bağrımızda, Doğu’da olup bitenlerin ıraklığı.)
Kime ne kadar, nasıl üzüleceğinin veresiye defterini tutan
hesapçı, küçük zihin. Her şeye bir açıklama, kulp bulan, ama’lar sıralayan ufak
akıl. Sözüm ona ilkeler oluşturmanın, ilk yol ayrımında nasıl çarşafa dolanmaya
mahkum olduğunun, hesaplar tutmanın (onlar başladı, onlar da şunları etmişti,
zaten onlar../ sen bana ne kadar yandın ki ben sana yanayım) hiçbir yere
götürmediğinin, götürmediği gibi iyileşmenin asıl kaynağından, yürekten
kopardığının farkında olmayan zihin.
Çelişik düşünceler içinde gider gelirken birden durup
zihni, bölünmüşlüğünü, kendinden bile bihaberliğini beslemeyi zınk diye kestim.
Düşüncelere boğulmuş duyguları çırılçıplak bıraktım.
Dehşet, korku, ümitsizlik. Sular duruldukça yine o katışıksız, ayrım gözetmeyen
acı kaldı geriye. Ve derin bir keder.
Ötekini iki boyutlu bir fikir, klişe, peşin hüküm olarak ayırıp
uzaklaştırmayı bıraktığın, insanlığından dokunduğun, insan oluşunuzdan
birleştiğin an şiddet karşısında doğan hep aynı acı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder