Kendimi gözledim bir yandan. Haşinlik, daralan odak,
sabırsızlık, önceden planlananları uygulama inadı sırasında an’ı kaçırmak. Bu
sonuncusunun transında ne çok şey kaçıyor. Ama işte bir yandan usulca
seyrettiğinde farkındalığın ışığı kat kat dumandan huzmeler halinde akıyor.
Tıpkı sabah okaliptusların altında yakılan çalıların çektiğim fotograflarındaki
gibi. Ateş, duman, is, kararma ve ağaçların tepesindeki güneşin hepsine parmak
parmak inen ışığı. Bu sıkıştırıcı, gerici yanımla savaşmak yerine kendi haline
bırakırken bütünün çok boyutlu algısı.
Kendini, başkasını, bir şeyi, ortamı, işi böylece sevebilir misin? İlkten hoşuna
gidip gitmediğine, kafandakine uygunluğuna bakmadan? Nahoştan hoşlaşmasını
beklemeden? Nasılsa öyle olmaya bırakıp aradığın genişliğin, derinliğin
içinden yükselmesine yer açarak? Yer ateş-karanlık-dumanla karışırken tepeden -ya
da diplerden- ışığı üstlerine salarak?
Kap ne olursa olsun gözün gönlün doğrudan içerdeki
Sevgiye gidebilir mi?
En sevimsiz hallerimi duru bir açıklıkla seyreden yanım
evet, diyor, elbette.
İster içine ister dışına böyle bak yeter.
*
Zen ustası Suzuki Roşi demiş: “En önemlisi, neyin en
önemli olduğunu hatırlamak.” Benim için en önemlisi ne?
*
Dingin olduğumuzda bulduğumuz hazineler diyordu bir
arkadaşım bugün.
Evet.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder