21 Kasım 2015 Cumartesi

EN ÖNEMLİSİ

Kendimi gözledim bir yandan. Haşinlik, daralan odak, sabırsızlık, önceden planlananları uygulama inadı sırasında an’ı kaçırmak. Bu sonuncusunun transında ne çok şey kaçıyor. Ama işte bir yandan usulca seyrettiğinde farkındalığın ışığı kat kat dumandan huzmeler halinde akıyor. Tıpkı sabah okaliptusların altında yakılan çalıların çektiğim fotograflarındaki gibi. Ateş, duman, is, kararma ve ağaçların tepesindeki güneşin hepsine parmak parmak inen ışığı. Bu sıkıştırıcı, gerici yanımla savaşmak yerine kendi haline bırakırken bütünün çok boyutlu algısı.



Kendini, başkasını, bir şeyi, ortamı, işi böylece sevebilir misin? İlkten hoşuna gidip gitmediğine, kafandakine uygunluğuna bakmadan? Nahoştan hoşlaşmasını beklemeden? Nasılsa öyle olmaya bırakıp aradığın genişliğin, derinliğin içinden yükselmesine yer açarak? Yer ateş-karanlık-dumanla karışırken tepeden -ya da diplerden- ışığı üstlerine salarak?

Kap ne olursa olsun gözün gönlün doğrudan içerdeki Sevgiye gidebilir mi?

En sevimsiz hallerimi duru bir açıklıkla seyreden yanım evet, diyor, elbette.

İster içine ister dışına böyle bak yeter.

*
Zen ustası Suzuki Roşi demiş: “En önemlisi, neyin en önemli olduğunu hatırlamak.” Benim için en önemlisi ne?

*
Dingin olduğumuzda bulduğumuz hazineler diyordu bir arkadaşım bugün.


Evet.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder