Cüneyt Özdemir, taziye çadırında Özgecan’ın başta babası,
ailesiyle konuşuyor.
Baba, olanca acı, karmaşa içinde onu savrulup gitmekten
alıkoyan bir noktaya odaklanmış.
Dipsiz bir içtenlikle cevabı olmayan sorularını soruyor.
Sesli düşünüyor.
Kızının başına gelenin gaddarlığın ilk örneği olmadığını
söylüyor.
Ama onun kadar masum birçok başkasının uğradığının olgu
olarak kaldığını, Özgecan’la algıya geçtiğinde, işte insanlara o zaman dokunduğunu, silkeleyip sokaklara
döktüğünü.. Belki de mucizenin bu olduğunu.
Evet. Kim bilir hangi şartlar hizalandı ve Özgecan’ın
hunharca katli bir haber olmaktan çıkıp boyutlandı, parçalanıp yakılmak üzere ete
kemiğe, insana büründü ve geldi, kalabalıklara dokundu.
Bir şeyleri toplumsal olarak değiştirmeye başlayacak bir
hareketin belki de çırası oldu.
Öfke. Deyip geçmemek lazım. Oyunun bir tarafı ezen
kuralları onun silkeleyişiyle değiştirilmeye başlıyor.
Özgecan’ın yok edilmesi böyle bir başlangıca yolu
açacaksa babası aradığı hikmetin belki de bu olduğunu kabul etmeye hazır.
Ama onun gözü daha öteye çevrili, savrulup gitmekten
alıkoyan, odağını felaketin ortasında bile yerinde tutan bir noktaya.
İnsanlar idam cezası geri gelsin, suçlular işkenceyle
azar azar öldürülsün haykırışlarıyla adalet
talep ederken, baba, kurşun gibi ağır ama aydınlık kalabilmiş yüreğiyle, elbette
en ağır cezayı almalarını istiyoruz, diyor, ama çözüm bu değil. Çözüm sevgiyi
ve saygıyı öğrenip öğretebilmek.
Olgudan algıya, öfkeden ötesine fersahlarca yolu zorlukla
seslendirebildiği birkaç cümlesinde alıyor, aldırıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder