Arkadaşlarım “Ankara’yı sever oldun!” diyor. Yüzlerinde “Ankara
mı, off!” deyişlerimin izini süren bir yan gülüş.
Yokluyorum. Sevmek sevmemek değil bu. Başka şey.
Zorunluluğun itip açtığı, sonra aradan çekildiği bir
kapı.
Olasılıklar, kurgularla o kadar zaman debelendikten sonra
kendini nihayet olana bırakmak. İstemenin istememenin ötesinde, yaşadığına açılmak.
Koşullanmanın seni ucunda kukla gibi oynattığı iki ipi bunlar.
İstek duyduğuna çekil, asıl, sürekli kılmaya çalış
(kaybetmekten kork, yitirdiğinde acı çek). İstemediğini it, kaç.
Hayata temel tepkimiz açısından iki elektrotla sonsuza
kadar itilip kakılacak bir tek hücreliden fazla farkımız yok.
Hoş dediğine koş
Nahoş dediğinden kaç
Herhangi bir yoldan (teslim olunan zorunluluk, aşamalı
bir uyanış) bunun ötesine geçtiğimde direnç ve akış şeması yekten değişti.
Kapıyı ya istekli bir gülüşle (bin bir beklentiyle) açan
ya da tıklatanın suratına çarpan bezirganbaşı aradan çekildi.
Ne sevilecek şey arıyor, yaşadığımı güzelleştirmeye
çalışıyor ne de itici bulacağım şeylerden kaçıyorum.
Ama yansızlığın ölgün ilintisizliğine de kapılmıyorum.
Bambaşka biri oldum yani, öyle mi?
Evet ve hayır.
Hayatı kafanda, düşüncelerinde, lök gibi oturmuş
hükümlerde yaşamadıkça zaten her an başkasın. Ama hep öyle olmuyor. Arada
pekişmiş alışkanlıkların şarampolüne de güzelce yuvarlanıveriyorsun. Gözüne yeniden
perde iniyor. Görüşün daralıp kararıyor. Sonra doğrulup üstünü başını
silkeliyor, şarampolden çıkıyorsun.
Olanı yeniden olmaya bırakıyorsun.
Sıfat takıp dondurmaktansa sürekli bir ilgiyle
yaşıyorsun.
Zoraki bir ilgi değil. Öylesi tüketici olur, sürmez.
Yargı aradan çekildiğinde ortaya çıkan hakiki bir ilgi bu.
Güzelin çirkinin, isteyip istememenin çitinden atlatıp
her ne ise olanın göbeğine götürüyor. Onunla hemhal ediyor.
Kıyaslamalarla bölünmeden yaşıyorsun. Yekpare. Som.
Bu durumda Ankara’yı seviyor mu sevmiyor mu oluyorum ben?
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder