Kütüphanede bir defter geçti elime. Rehberlik yaparken
turistlerden dinlediğim anekdotları kaydetmişim. 1986-90 arası olmalı.
Açtım, okumaya başladım.
*
Çocukluğumun, izi bir karabasanınki gibi hiç silinmeyen
anılarındandır: Macar İsyanı. 1954’teydi galiba.. Macar sınırına yakın bir
kasabada oturuyorduk. Ortaokuldaydım. Bir sabah radyodan duyduk. Macarlar Özgür
Dünyanın yardımını istiyorlardı. Çağrı aralıksız ve her dilden yapılıyordu: ‘Düşman
kapımızda. Direneceğiz. Yardım edin.’ Aralıksız. ‘Sonuna kadar-Direneceğiz.’
Yoldaydık. Bir yere gidiyorduk. Ve açıktı radyo; kulaklarımız, gözlerimiz. ‘Sonuna
kadar..’ Direndiler de. Bütün bir gün. Ruslar radyo istasyonun kapılarını
tekmelerle indirene kadar. Sonra silahları duyduk. Kurşunlardan biri mikrofonu
ve yinelenen sözcüğü parçalayana dek. Direne..
*
Aramızda kamp kurma deneyimi olan vardı kuşkusuz. Ama daha önce kimse bir ciple çöl geçmemişti. Cipi kiraladık. İtalya’dan Kuzey Afrika’ya gemiyle ulaştık. İşte önümüzdeydi. Büyük Sahra.
Çöl bir hayatta kalma savaşıdır. En yakındaki yerleşimden
yüzlerce kilometre uzak, kısa sürede içgüdülerle birleşir akıl. Kum
fırtınalarını kollamak –Çadır kurarken renginden kum katmanının ne kadar eski
olduğunu olabildiğince doğru kestirmek zorundasındır. Çok yeni olmamalı ne de
çok eski. Bu katmanlar tıpkı açık deniz dalgaları gibi metrelerce yüksek, çölün
topografyasını sürekli değiştirir. Zehirli yılan, böcek yuvalarına dikkat
etmek. Kuyuları bulmak. Bütün bunlar bir süre sonra soluk almak kadar doğal bir
eyleme dönüşür.
En kötüsü sinekler. Bedevi fotograflarında görmüşündür:
Yüzü sinek dolu insanlar. Tehlikeli hastalık taşıyıcısı küçük sinekler göz,
burun ve ağza üşüşür; nem çeker onları.
*
Doğu ve Batı Almanya arasındaki politik gerilim olanca
yoğunluğuyla sürüyor. Doğu’ya geçiş, herhangi bir yabancı için Federal
Almanlara kıyasla çok daha kolay. Ama bizim başımıza gelenler diğerlerine de
gelmiyor değil. Bir İtalyan kamyon şoförü. Sınır kapısını geçip henüz tarafsız
bölgede bir köprü üstündeyken kağıtlarını kontrol kulübesinde unuttuğunu fark
ediyor. Yanındaki arkadaşına hemen döneceğini söyleyip kamyondan iniyor,
köprüyü yaya geçerken ateş açılıyor. Ölüyor.
*
Gazetecilik beklenmedik durumlarla sıkça karşılaşılan bir meslek olduğu için kıvrak bir zeka gerektirir. Teknik bir sorun yüzünden bir gün fal köşesini yetiştiremedik. Başka bir iş için odasına girdiğimde yazı işleri sekreteri telefonda konuşuyordu. Karşısındaki kadının öfkeyle yükselen sesi rahatça işitiliyordu:
Bu ne rezalet! diye gürlüyordu kadın. Bugün fal köşesi
çıkmamış. Bütün gün ne yapacağım şimdi ben?!
Sekreter kibarca teknik sorundan söz ettikten sonra ‘ama
fal köşemiz hazırdı; yıldızınızı lütfederseniz önümdeki metinden derhal
okuyabilirim’ diyerek bizim rakip bulvar gazetesinin fal bölümünü açtı.
Elimdeki dosyaları bırakmış, ilgiyle izliyordum. Falı okunan kadın daha da
artan bir öfkeyle bağırdı:
‘Skandal! Utanmazlık! Söyledikleriniz bugünkü (…)
gazetesinde aynen yazıyor!!’
Sekreter alabildiğine soğukkanlı, cevabı yapıştırdı:
‘Görüyor musunuz hanımefendi, yıldızlar hiç yalan
söylemez.’
*
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder