Biz ve onlar.
İçine doğduğumuz toplumsal ortamın bakışı, değerleri,
tepkileriyle yoğrulmuş Biz.
Ve kültür çemberimizin dışında kalmış ötekiler.
Oyunu iki torba erzak ile bir çuval kömüre satıyor
dediklerimiz. Bölücü bunlar, terörist dediklerimiz. Başı örtülüyse kafası
çalışmıyordur, çalışıyorsa da kötüye çalışıyordur dediklerimiz. Yargılarımızla
bile görüş alanımızda yer tutmayan nice diğeri.
Nasıl olur da ortalığa dökülmüş bunca pisliğe,
yolsuzluğa, haksızlığa bakmaz, aynı partiye oy verirler, havsalamız almazken
açıklamasını tabii canım, koyun bunlar, Aziz Nesin haklıydı, adam olmuyorlar,
olmayacaklar tekrarında aradıklarımız.
Görüşümüzün keskinliğinin, doğrularımızın mutlaklığının,
burnumuzun biçimi, dünyanın dönüşü kadar doğa yasası hükmünde ve değişimden
muaf olduğundan ne kadar da eminiz.
Gitmesek de, görmesek de, uzaklarda olsa da elbette bizim köyümüzde, köylerimizde olan bitene nasıl
baktık? Neyin ardından baktık? Ne gördük? Gördüğümüz tavrımızı nasıl
değiştirdi?
Akan onca kan ile yaşanan acının bizim olan şehitlerimizle yakınlarına düşen yarısına göz ucuyla bakarken kalanı, bütünüyle ne yaptık misal?
Resmi kurgu, seçtiğimiz gazeteler, maruz kaldığımız diğer medya ve
olduğu gibi tekrarladıklarımız dışına çıkıp ucu açık sorular sorduk mu?
Tıkandığımız yerde “dış güçlerin oyunu”ndan öte söyleyebilecek şeyimiz oldu mu?
Yolsuzluğa gitmesine kahrolduğumuz milyarlarca doların
kanla bir olup oluk gibi aktığı en kronik iltihap, sorunları hep aynı şekilde
koyup hiçbir zaman çözememiş partilere gidip gidip oy vermemize engel oldu mu?
Dirliğimiz düzenimizden ötesini ne kadar düşündük?
Oysa bizim
oyumuz elbette dağdaki çobanınkiyle bir olamazdı değil mi?
Dolarların ayakkabı kutularına istiflenmesiyle çileden
çıkarken birlikte yaşamayı bir türlü becerememenin çözümü olarak silahlara akıtılmasına
ne kadar aldırdık?
Birlikte yaşamaktan ne anladık? Ayağımıza dolanmadıkça,
hadlerini bilip bizim onlara çizdiğimiz çerçevenin içinde kaldıkça ötekilere
lütfedeceğimiz tahammül müydü? Ben başkayım demeyi kendimiz kadar onlara da hak
gördük mü?
Ne oldu bunca sahiplendiğimiz uygarlıktan anladığımız?
Görünürde Batıya benzemenin derinine ne kadar inebildik?
Vicdanımızı Ata’mızın kemiklerini sızlatmaktan başka
neler rahatsız edebildi?
Şimdi nasıl yaşayacağımız, hangi kimliğe bürüneceğimiz en
kabul edemeyeceğimiz şekilde dayatılırken duyduğumuz öfke içinde dayatmanın ne
adına yapılırsa yapılsın dayatma olduğunun ne kadar farkındayız?
Çember burasından kırılmadıkça sarkaçtan kurtuluş
olmadığının?
Özdeşleştiklerimizin, inançlarımızın, doğru
bildiklerimizin kör noktasında neler kaldığını ne kadar merak ediyoruz?
Başımızdakiler uzaydan gelmediyse aynı topraklardan
bitişimiz elim bir kaza, dış güçlerin oyunu ya da savunma zafiyetinden başka
bir nedene dayanıyor olabilir mi?
Eleştiriye, daha yakıcısı özeleştiriye ne kadar
açılacağız?
Açılacak mıyız?
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder