1 Nisan 2014 Salı

KÖR NOKTA

Biz ve onlar.

İçine doğduğumuz toplumsal ortamın bakışı, değerleri, tepkileriyle yoğrulmuş Biz.

Ve kültür çemberimizin dışında kalmış ötekiler.

Oyunu iki torba erzak ile bir çuval kömüre satıyor dediklerimiz. Bölücü bunlar, terörist dediklerimiz. Başı örtülüyse kafası çalışmıyordur, çalışıyorsa da kötüye çalışıyordur dediklerimiz. Yargılarımızla bile görüş alanımızda yer tutmayan nice diğeri.

Nasıl olur da ortalığa dökülmüş bunca pisliğe, yolsuzluğa, haksızlığa bakmaz, aynı partiye oy verirler, havsalamız almazken açıklamasını tabii canım, koyun bunlar, Aziz Nesin haklıydı, adam olmuyorlar, olmayacaklar tekrarında aradıklarımız.

Görüşümüzün keskinliğinin, doğrularımızın mutlaklığının, burnumuzun biçimi, dünyanın dönüşü kadar doğa yasası hükmünde ve değişimden muaf olduğundan ne kadar da eminiz.

Gitmesek de, görmesek de, uzaklarda olsa da elbette bizim köyümüzde, köylerimizde olan bitene nasıl baktık? Neyin ardından baktık? Ne gördük? Gördüğümüz tavrımızı nasıl değiştirdi?

Akan onca kan ile yaşanan acının bizim olan şehitlerimizle yakınlarına düşen yarısına göz ucuyla bakarken kalanı, bütünüyle ne yaptık misal?

Resmi kurgu, seçtiğimiz gazeteler, maruz kaldığımız diğer medya ve olduğu gibi tekrarladıklarımız dışına çıkıp ucu açık sorular sorduk mu? Tıkandığımız yerde “dış güçlerin oyunu”ndan öte söyleyebilecek şeyimiz oldu mu?

Yolsuzluğa gitmesine kahrolduğumuz milyarlarca doların kanla bir olup oluk gibi aktığı en kronik iltihap, sorunları hep aynı şekilde koyup hiçbir zaman çözememiş partilere gidip gidip oy vermemize engel oldu mu?

Dirliğimiz düzenimizden ötesini ne kadar düşündük?

Oysa bizim oyumuz elbette dağdaki çobanınkiyle bir olamazdı değil mi?

Dolarların ayakkabı kutularına istiflenmesiyle çileden çıkarken birlikte yaşamayı bir türlü becerememenin çözümü olarak silahlara akıtılmasına ne kadar aldırdık?

Birlikte yaşamaktan ne anladık? Ayağımıza dolanmadıkça, hadlerini bilip bizim onlara çizdiğimiz çerçevenin içinde kaldıkça ötekilere lütfedeceğimiz tahammül müydü? Ben başkayım demeyi kendimiz kadar onlara da hak gördük mü?

Ne oldu bunca sahiplendiğimiz uygarlıktan anladığımız? Görünürde Batıya benzemenin derinine ne kadar inebildik?

Vicdanımızı Ata’mızın kemiklerini sızlatmaktan başka neler rahatsız edebildi?

Şimdi nasıl yaşayacağımız, hangi kimliğe bürüneceğimiz en kabul edemeyeceğimiz şekilde dayatılırken duyduğumuz öfke içinde dayatmanın ne adına yapılırsa yapılsın dayatma olduğunun ne kadar farkındayız?

Çember burasından kırılmadıkça sarkaçtan kurtuluş olmadığının?

Özdeşleştiklerimizin, inançlarımızın, doğru bildiklerimizin kör noktasında neler kaldığını ne kadar merak ediyoruz?

Başımızdakiler uzaydan gelmediyse aynı topraklardan bitişimiz elim bir kaza, dış güçlerin oyunu ya da savunma zafiyetinden başka bir nedene dayanıyor olabilir mi?

Eleştiriye, daha yakıcısı özeleştiriye ne kadar açılacağız?


Açılacak mıyız?

.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder