29 Temmuz 2011 Cuma

OTURABİLİR MİYİM?

İskeleye motor vaktinden bir çeyrek önce ulaştım. Çay bahçesinde bıkkın garsonların ayak sürüyerek aralarından dolandığı masalar silme doluydu. O sıcakta ailece ayçekirdeği çıtlatanlar, çoluk çocuğu şakıyanlar.. Bir kadının tek başına oturduğu masayı gördüm, sırt çantamla paketleri attığım gibi sorumun cevabıyla aynı anda iskemleye çöktüm.

“Yalova’ya mı?” dediğinde baktım yüzüne.

Kenarları kıvrılarak dikilmiş, başına tas gibi geçen hasır bir şapkanın altında, ellilerinin sonundan yetmişlerinin başına herhangi bir yaş verilebilecek bir yüz.

“Hayır. Adaya.”

Sohbet cankurtaranı hava durumuna geçtiğimizde söylediğim bir şeye gülüverdi. Takma olduğu saklanmamış dişlerinin bir yana (yapaylığa?), gözlerinin ifadesinin diğer yana (sokak bilgeliği?) çektiği bir gülüş.

Maden suyum geldiğinde sigara çıkardım, kirlenmeye başlamış filtreye geçirip yaktım.

“Şunlar” dedi, “Hiç işe yaramıyor, biliyor musunuz? Uzmanların görüşü. Asıl zarar veren kağıt ile katran. Gidip ciğerlerinize yapışıyorlar.”

İçim kararırken ekledi:

“Keşke içmeseniz.. Ben oğlumu akciğer kanserinden kaybettim.”

İş üzerinde yakalansa da aldığı hızla başladığına devam edenlerin tuhaf bölünmüşlüğüyle kaçak bir nefes çektim.

“Elli üç yaşındaydı. Söylemekle olmuyor tabii, biliyorum, yine de..”

Tepe tepe kullanılmış meşini andıran etsiz, kemikli, esmerce yüzü sert bir izlenim yaratacakken gözleri araya giriveriyor, hayatla dalgasını geçen oyuncu birinin yaşsız neşesini serpiştirip hükmünü alelusul vermek isteyen aklı karıştırıyordu.

Dramını anlatacağı kurban arayan biri değildi. (Ona kalsa yalnız başına oturmaktan da pekala memnun olurdu sanki.) Gözlerinin donuklaşır gibi olduğu tek bir an dışında başka birinin hikayesinden dem vurur gibi uzaktan bahsedip geçti. Hayatta ama uzaklarda olan oğlundan daha çok söz etti. Çocukluğunun geçtiği Boğaz’dan, sulardan çıkmayışından.

“Siz mi Yalova’ya gidiyorsunuz?”

Yo, oralarda oturuyordu. Ziraat Bankasının açılmasını beklerken.. Hem yolcuları seyretmek de eğlenceli oluyor, dedi.

“Bekar mısınız?”

“Evet.”

“Kısmet. Bana kalsa ben de evlenmezdim. Ama rahmetli ısrarla koştu peşimden. (Cilve yalayıp geçti gözlerini.) İki yıl! Robert Kolej’den çıkanlar o vakit..”

“Motorum yanaşıyor!” diye fırladım. Sigaram, hikayesi ve gözleriyle yüzünün geri kalanının ters yönlerden akıp birbirleriyle çelişe çelişe yarattığı izlenimi yarım kaldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder