Kulak verildiğinde ne şekillerini ortaya seriyor insanlar arasındaki sessizlik!
Sığlığı ve derinlikleri.
Akımları ve akımsızlığı. İletkenlikle yalıtkanlığı.
Doluluğu ve boşluğu.
İlişkinin bol laf ve koşuşturmayla ancak ayakta durabildiği yerde pedalları çevrilmeyen bisiklet gibi devrilivereceği telaşıyla yüklü sessizlik.
Alıp verilen hiçbir şeyin kalmadığı bir ilişkisizliği kuşatanı, zamkı güneşte kuruyup yere düşmüş de öylece bırakılan silik soluk bir afişi andırıyor.
Gemlenen dillerle geleninde siyah değil de beyaz kalemle belki ama daha bile büyük harflerle yazılıyor sese vurulmamış yıkıcılık.
Sahneyi sadece bir tarafın gündemi doldurup taşırdığında diğerinin sessizliği tamamlanmayı özleyen acıklı bir yarım kalıyor.
Bazen de bir tarafın sessizliği diğerinin yoluna dikilen kalkana dönüşüyor.
Kimi zaman terlikler kadar rahat bir karşılıklılık.
En sıradanı, sesin yokluğundan ibaret olanı.
En yoğunuysa sözlerin bittiği yerde başlayıp akımı sürdüreni. Karşılıklı farkındalığın alabildiğine arttığı ama insanın “nasıl görünüyorum” diye orasına burasına çeki düzen de vermediği o yakınlık-yakınlaşma sessizliği.
Aynı anda sonuna kadar kendin olmak ama bir o kadar da karşındakini bilmek.
Sindirimi kafada çoktan bitmiş, yüreğe inmiş insani temasın sessizliği.
Ne çok şey söylüyor, sözcüklerin buraya inmede basamaklardan ibaret olduğunu hatırlatıyor sessizliğin ruhu besleyen o türü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder