5 Mart 2023 Pazar

XANTHOS-LETOON ÜZERİNDEN FETHİYE

Sabah sıcak su almaya indiğimde arabamı takıldığı yerden kurtaranlardan bir genç adamla karşılaştım. Havanın iyiliğinden söz ederken (“Kış lastikleriyle geldim!”) Biz de yabancısıyız buranın, dedi. “Antep’ten geldik. Depremzedeyiz.”

Küçük otelin sahibi amca oğluymuş, iki odasını onlara açmış. Mal kayıpları varmış ama küçük çocuklarıyla ailesine bir şey olmamış.

“Yanımızdaki bina çöktü. 9 kişi altında kaldı. Suriyeli bir aile ama insan sonuçta. Çok üzüldük.”

İyi bakışlı, mazlum bir genç.

Bir deprem bölgesinden şimdilik uyuklayan diğerine, başına tarihte azılı depremler, tsunami, savaşlardan yana gelmedik kalmamış Likya’ya. Hukuk sisteminden kurup sürdürebildiği, AB vs’ye taş çıkaran birliğe, kıyı denizciliğinden ekonomisine hayatı afetler, insani felaketlerle biçimlenen diyara.

Balkonda oturmuş, kaypak zemin ve diri fay hatları artık kahinlerle yaşlıların tekelinde tecrübeye dayalı bilgi ve sezgi değil, bilim konusu doğal yapıyı düşünüyorum. Karşımda, şimdi olsa o gence kaçıp geldiği felaketi yeniden yaşatacak çürük, çirkin bir yapılaşma.

Biz olsa olsa başımıza gelenle bir şekilde baş etmeyi öğreniyoruz. Onu bir daha yaşanmayacağı peklikte bir yaşam zemini inşa etmede kullanmaya gelince, Likyalılardan bir arpa boyu ilerleyip ilerlemediğimiz konusunda kuşkuluyum. Soyadıyla da Truva Savaşlarının görmek ama kulak verilmemekle lanetlenen kahini Kassandra’yı çağrıştıran Naci Görür’ler uyarmak için haykıradursun, fay hatlarının aldatıcı uykusuna yatmış bir ülke.

*

Bugün Fethiye’ye kadar iki durağım var. İlki Xanthos. Ama önce Kalkan’a burnumu bir uzattım. Otuz yıl gerilerden bir iz kalmış mı diye safça bakmaya. Parke taşlı daracık bir sokak boyu iki katlı, avlulu, ahşap, taş evlerde dükkan ve pansiyonlarla ufak tefek, derli toplu, sevimli bir yer. Elbette hayır! Ta kıyıya inmiş apartmanlar altı BİM’ler, ŞOK’lar, kıytırık lokanta ile yeni düzenlemesi dev afişlerle duyurulan liman inşaatına uzanıp nasıl kaçacağımı bilemedim. Kemirdikleri yamaçlar boyu uyuz yarası gibi yayılan 4-5 katlı binalara dışarıdan bakmak başka, aralarına dalmak başka.



Xanthos’ta oyuncu bir yavru köpek beni gezdirdi. Seralar denizine tepeden bakan tiyatro ve bitişiğindeki o tuhaf Harpy’ler anıtı (kule biçimli kaidesinde kabartmalı mezar odası), lahitler ve çift dilli kitabe arasında yeşili avaz avaz otlarla kaplı arazide kazı çukurlarına yuvarlanmamaya bakarak bir ben onu izledim, bir o beni.




Pers işgalinde kadınlarını, çoluk çocuk ve yaşlılarını kaleye kapatıp diri diri yaktıktan sonra savaşarak ölen mağrur er kişilerin yazdığı kahramanlık tarihini elime alıp türlü ışığa tuttuğum Xanthos. Ve kim bilir kaçıncı kez sorduğum soru: Kahramanlık mı, hayat mı?



GPS’ten şüpheye düştüğüm, daracık tabelasız yollardan sonunda ulaşabildiğim Letoon’u da ilk kez görüyorum. En iyi durumda kalan Hellenistik tiyatro buradaymış. Oturma alanı en üst sırasına kadar ayakta. Bir köşesindeki, yaprak örtüsü Afro bir kafayı andıran ağaç, artık asıl rejisör. Ucu su altındaki sütunlu geçitte kurbağalar korosunu dinledim. Apollo Tapınağı kadrajımda sit alanının burun dibindeki derme çatma köy eviyle çitin bu yanında bir başıma, uzaktan gelen horoz, eşek seslerini koroya kattım.





Erken Hıristiyanlık döneminden bir de kilise ile manastırı varmış. Ilıman iklim ve tanrısal bir coğrafya; depremlerle savaşlar dışında huzur esinleyen bir yer olmalıydı.

Ve de ver elini Fethiye.


(Sonuncu yarın)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder