4 Ocak 2023 Çarşamba

İNANMA

Laf, yüksek perdeden savrulan olmadık bir yalandan açılmıştı. Hayır, benim hayret ettiğim, dedi arkadaşım, hâlâ bunlara inanmaları! Alışılmış küçümsemeyle kast ettiği, iktidara oy verenlerdi.

İşe yaramayacağını bildiğim cevabımı içimden verdim:

Beni düşündüren insanların neye inandığı değil, nasıl inandığı, inancın işleyişi.

İnanılan ne olursa olsun, çıktısı şu veya bu olan aygıt bir.

Bir inanış bana son derece makul, doğal, olması gerektiği gibi göründüğü an katılaşmaya, sabitleşmeye, başka her şeyi örtüp bastırmaya (tehdit algılayıp hor görmeye, suçlamaya, aşağılamaya) başlıyor.

Görüş, bakış açısı hakikat bilinmeye.

(Kendimize karşı cascavlak dürüst olsak ilk göreceğimiz, gerçeğin, doğrunun ta kendisi bildiklerimizin temelinden başlayarak tamamına yakının koşullanma olduğu olurdu. Dönemin, çevrenin, ortamın getirdiği, aşıladığı bir dizi koşullanma.)

Daha da beteri, insanın kendisiyle bir tutulmaya.

Görüşümü sorgulayan beni sorgular!

İnanışıma dil uzatan bana küfreder!

Ve ah, o BEN! Doğruluk elbette ondan sorulur, değer verilen artık her ne ise, hepsi! Akılcılık, aklıselim, uygunluk.

Buradan ya ben ya o, ya biz ya onlara geçiş bir kıvılcıma bakmıyor mu?

Gıdası ne olursa olsun, böyle işleyen bir Zihin oldukça inanılanın Tayyip ya da Atatürk, din devleti veya laiklik olması arasında kendine ve ötekine bakış açısından bir fark var mı?

İnanışın nasıl oluştuğundan başlamadıkça herhangi bir anlaşma umudu?

Neye inandığımızı bir yana bırakıp temel korkularımıza, endişelerimize eğilsek ortaklaşabilecek çözümler biraz daha az uzak olmaz mıydı?




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder