Dalar gibi olduğum uykudan keskin bir arzuyla uyandım:
Karnabahar ograten! Gecenin bir vakti, ne fırınım var ne kendimi atıp böyle bir
şey yiyebileceğim lokanta. Ama aynı şiddetle bir yerim ağrısa acile gideceğim
kadar da yoğun bir aşerme.
Aklımı ve uykumu karşılanmayacak bir isteğe kaptırmak
yerine hayal etmeye başladım ben de. Olanca canlılığı ile oturduğum sofraya
konan tam ayarında yanık lekeli peyniri hâlâ fıkır fıkır karnabaharı. Rengini,
kokusunu, çatalın ucunda ağzıma yaklaşırken sıcağını. Saldırmadım. Hazzı uzatan
bir kendine hakimiyetle lokma lokma yedim.
Olmayanın tatminsizliğinden olduğunu hayalin
yatıştırıcılığına.
Ama orada kalmadım. Sonrasını da canlandırdım.
Doyduğumu. Ona rağmen devam ettiğimi. Tokluğun ağırlığa,
ağırlığın hepsi bu muydu?! sönüşüne devrilişini.
Arzunun, hevesin göbeğine daldım.
Yakıcılığına kapılıp gitmez de onu hayalinde tamamına
erdirirsen nasıl da karahindiba çiçeği gibi uçuşup havaya karıştığına.
Bu gezinti hoşuma gitti, başka şeylerde denedim. Zengin
bir deniz ürünleri tabağı. Nefes kesici bir uçurumun pruvasına olanca zarafet
ve şıklıkla kurulmuş bir villa.
En iyi orkestralar, zirvedeki solistler, müthiş sergiler,
müzelerle sunmadığı misket, fırıldak, çember kalmayan birinci dünya kentleri,
olanca egzotik cazibesiyle üçüncü dünya yerleri. Kültür ve doğa şölenleri.
Tattım-doydum-uzattım.
İlkinde vardığım hepsi bu muydu doymuşluğu
isteyebileceğim her şeyde hızlanarak gelir olduğunda derin, sağlıklı bir uykuya
yuvarlandım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder