Sükunetiyle solumaya kıyamadığım günler.
Zehir kış soğuğu bastırmadı. Serin ama güneşli.
Gök, baktıkça seni uzayın o bilmem kaçıncı katına çeken derin maviden. Bulutsuz.
Hakim olan tuhaf bir sessizlik. Azrail gibi
gelip geçen hafriyat kamyonlarının (ön camlarındaki numaralara bakılırsa sayıları
600’e varmış, gerçekten de trafiklerinin sonu yok), iş makinelerinin, çok da
uzakta olmayan bir gerilla savaşını çağrıştıran kaya kırıcıların, delici-deşicilerin
gümbürtüsü, takırtısı, patırtısının bozamadığı, yapışıp yırtamadığı, göğün
mavisi kadar pürüzsüz bir yüzeyde akıp gittiği bir sessizlik.
İşittiğim de fil gövdesinde sivrisinek ısırığı
kalan gürültüden çok o.
Sırtımdaki yelek kadar hafif adımlarla yürüyor,
yürüyorum.
“Başlayan her şey biter.” Tabii! Haftaya yağmurlar
görünüyor. Sahne de, onu hissedişim de değişip gidecek.
Ama o vakte kadar dibine dalıp oralarda
süzülerek gevşiyor, yumuşuyor, genişliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder