30 Ocak 2023 Pazartesi

EDEN Mİ EDİLEN Mİ

Tiksinti, nefret bana bunların nesnelerinden daha irkiltici geliyor.

Onları besleyerek kendini tiz, keskin, çirkin bir hale sen sokuyorsun.

Kokularını kendimde aldığımdan beri yapamıyorum. Hiçbir durum bu kirlenmişliğe bulanmamı doğrulayamıyor.

Baş gösterdikleri an dikkatimi nesneden alıp öznede topluyorum.

Günışığı gibi çalışan, yargılamadan gören, hiçbir şeye takılmadan akan o berrak dikkati.

Küflenme, paslanma, çürümeye izin vermeyeni.

28 Ocak 2023 Cumartesi

İKİSİ DE

Nasıl da dik başlı bazen!

Haklılığından, doğruluğundan zerrece kuşkusu yok -güç onda, bazen bunları umursadığı bile.

Kendisine kapalı kapılara koçbaşı kudretiyle dalıyor.

Tatlı canının çektiği her şeyi kendine hak biliyor. Kimi incitmiş, neleri kırıp dökmüş, umurunda değil.

Bazen de ne kadar uysal. Süt dökmüş kedi dersin, köşesine sinip dikkat çekmemeye bakıyor.

Gücünden eminken ne kadar heybetliyse şüpheye kapıldığında o kadar sünepe.

Acı kadar zevk vermeyi, gasp ettiği kadar paylaşmayı hatırladığı da oluyor gerçi.

İşte bir öyle bir böyle halleri.

Adına Ego diyorlar kısaca.

Penis gibi, büyüklüğü ve sıkılığı durmadan değişiyor ikisinin de.

27 Ocak 2023 Cuma

YENİ DERKEN

Yürüyüş dönüşü sahilde gıcır gıcır bir BMW’nin yanından geçtim. Siyahı ışıldıyor, koltukların sarı-bej tok derisi ben pahalıyım diye çalım satıyordu. Statü, prestij, kendine güven, üstünlük, hepsi ondaydı. Çenesi ileri, burnu havaya bakıyordu.

Yenisin, dedim. Yepyeni ve kibirli.

Ama dur hele!

Ve bir stüdyo mikserinin tizlik düğmesiymiş gibi zamanı ileri itmeye başladım hayalimde.

Gövdesi kirlendi, sağında solunda yara bere, siyahı soldu. Koltuklarının çatlayan derisine kir doldu. Modası geldi geçti.

Ne verdiği gurur kaldı ne aldığı hayranlık.

Yaşlı bir metres gibi, yerine yenisi de konamadan bakımı masraflı bir eski nesneye döndü.

26 Ocak 2023 Perşembe

HEVES

Dalar gibi olduğum uykudan keskin bir arzuyla uyandım: Karnabahar ograten! Gecenin bir vakti, ne fırınım var ne kendimi atıp böyle bir şey yiyebileceğim lokanta. Ama aynı şiddetle bir yerim ağrısa acile gideceğim kadar da yoğun bir aşerme.

Aklımı ve uykumu karşılanmayacak bir isteğe kaptırmak yerine hayal etmeye başladım ben de. Olanca canlılığı ile oturduğum sofraya konan tam ayarında yanık lekeli peyniri hâlâ fıkır fıkır karnabaharı. Rengini, kokusunu, çatalın ucunda ağzıma yaklaşırken sıcağını. Saldırmadım. Hazzı uzatan bir kendine hakimiyetle lokma lokma yedim.

Olmayanın tatminsizliğinden olduğunu hayalin yatıştırıcılığına.

Ama orada kalmadım. Sonrasını da canlandırdım.

Doyduğumu. Ona rağmen devam ettiğimi. Tokluğun ağırlığa, ağırlığın hepsi bu muydu?! sönüşüne devrilişini.

Arzunun, hevesin göbeğine daldım.

Yakıcılığına kapılıp gitmez de onu hayalinde tamamına erdirirsen nasıl da karahindiba çiçeği gibi uçuşup havaya karıştığına.

Bu gezinti hoşuma gitti, başka şeylerde denedim. Zengin bir deniz ürünleri tabağı. Nefes kesici bir uçurumun pruvasına olanca zarafet ve şıklıkla kurulmuş bir villa.

En iyi orkestralar, zirvedeki solistler, müthiş sergiler, müzelerle sunmadığı misket, fırıldak, çember kalmayan birinci dünya kentleri, olanca egzotik cazibesiyle üçüncü dünya yerleri. Kültür ve doğa şölenleri.

Tattım-doydum-uzattım.

İlkinde vardığım hepsi bu muydu doymuşluğu isteyebileceğim her şeyde hızlanarak gelir olduğunda derin, sağlıklı bir uykuya yuvarlandım.


13 Ocak 2023 Cuma

10 Ocak 2023 Salı

MERAK

Mimarlık okuyup turizm yapmış. El attığı alanlar bu ikisi arasında genişçe bir yelpazeye yayılıyor.

“Sorarlar bunu da nereden bildin diye. Merak, derim. Öteden beri merak duydum. Hatırlıyorum, ilkokulda çocuklar ders aralarında top peşinde koşarken ben gider, köşedeki kestane kebapçıyı ya da yeni kantin binasının ahşap iskeletine tel örgü raptettikten sonra sıvasını yapan sıvacıyı öylece dikilip uzun uzun seyrederdim.

“Nasıl oluyor? Nasıl yapıyorlar? Peki neden öyle?”

Merak öğrenmeye, öğrenmek bilmeye, bilmek sorun çözmeye götürmüş.

Sıva yapmaktan kestane pişirmeye, yapı izolasyonundan marangozluğa, döşemeciliğe..

Bahçeye bir şeyler ekip dikmeye, ağaç budamaya usul usul yaklaşıp toprağın, bitkilerin dilinde giderek akıcılaşmasına ben tanık oluyorum.

Yelpazesini geniş tutmaktan, bir işte öğrendiğini ilgisiz görünen başka birine aktarmada yararlanıyor.

Öğrenmekten de bariz bir zevk alıyor.

Merak belki kediyi öldürür ama o, ilgiyle açıklıkla, iştahla yaşattıklarından.

9 Ocak 2023 Pazartesi

DURU KIŞ GÜNLERİ

Sükunetiyle solumaya kıyamadığım günler.

Zehir kış soğuğu bastırmadı. Serin ama güneşli. Gök, baktıkça seni uzayın o bilmem kaçıncı katına çeken derin maviden. Bulutsuz.

Hakim olan tuhaf bir sessizlik. Azrail gibi gelip geçen hafriyat kamyonlarının (ön camlarındaki numaralara bakılırsa sayıları 600’e varmış, gerçekten de trafiklerinin sonu yok), iş makinelerinin, çok da uzakta olmayan bir gerilla savaşını çağrıştıran kaya kırıcıların, delici-deşicilerin gümbürtüsü, takırtısı, patırtısının bozamadığı, yapışıp yırtamadığı, göğün mavisi kadar pürüzsüz bir yüzeyde akıp gittiği bir sessizlik.

İşittiğim de fil gövdesinde sivrisinek ısırığı kalan gürültüden çok o.

Sırtımdaki yelek kadar hafif adımlarla yürüyor, yürüyorum.

“Başlayan her şey biter.” Tabii! Haftaya yağmurlar görünüyor. Sahne de, onu hissedişim de değişip gidecek.

Ama o vakte kadar dibine dalıp oralarda süzülerek gevşiyor, yumuşuyor, genişliyorum.




8 Ocak 2023 Pazar

BETERİN BETERİ

Başı fena halde derde giren kara mizah dizi kahramanı “Gel de normal mutsuzluğumuzu arama!” diyerek ah çekti.

“Şöyle her zamankinden orta ağırlıkta bir depresyon için neler vermezdim şimdi!”

4 Ocak 2023 Çarşamba

İNANMA

Laf, yüksek perdeden savrulan olmadık bir yalandan açılmıştı. Hayır, benim hayret ettiğim, dedi arkadaşım, hâlâ bunlara inanmaları! Alışılmış küçümsemeyle kast ettiği, iktidara oy verenlerdi.

İşe yaramayacağını bildiğim cevabımı içimden verdim:

Beni düşündüren insanların neye inandığı değil, nasıl inandığı, inancın işleyişi.

İnanılan ne olursa olsun, çıktısı şu veya bu olan aygıt bir.

Bir inanış bana son derece makul, doğal, olması gerektiği gibi göründüğü an katılaşmaya, sabitleşmeye, başka her şeyi örtüp bastırmaya (tehdit algılayıp hor görmeye, suçlamaya, aşağılamaya) başlıyor.

Görüş, bakış açısı hakikat bilinmeye.

(Kendimize karşı cascavlak dürüst olsak ilk göreceğimiz, gerçeğin, doğrunun ta kendisi bildiklerimizin temelinden başlayarak tamamına yakının koşullanma olduğu olurdu. Dönemin, çevrenin, ortamın getirdiği, aşıladığı bir dizi koşullanma.)

Daha da beteri, insanın kendisiyle bir tutulmaya.

Görüşümü sorgulayan beni sorgular!

İnanışıma dil uzatan bana küfreder!

Ve ah, o BEN! Doğruluk elbette ondan sorulur, değer verilen artık her ne ise, hepsi! Akılcılık, aklıselim, uygunluk.

Buradan ya ben ya o, ya biz ya onlara geçiş bir kıvılcıma bakmıyor mu?

Gıdası ne olursa olsun, böyle işleyen bir Zihin oldukça inanılanın Tayyip ya da Atatürk, din devleti veya laiklik olması arasında kendine ve ötekine bakış açısından bir fark var mı?

İnanışın nasıl oluştuğundan başlamadıkça herhangi bir anlaşma umudu?

Neye inandığımızı bir yana bırakıp temel korkularımıza, endişelerimize eğilsek ortaklaşabilecek çözümler biraz daha az uzak olmaz mıydı?




3 Ocak 2023 Salı

MAMUT DİŞLERİ

Rehberlik sonrası turlarından birindeyim. Altı çift Almanla Çanakkale taraflarına gidiyoruz. Elimde bu turların hiçbirinde olmadığı gibi ne gezeceğimiz, kalacağımız yerlerle tur programı ne de isim listesi var. Bana gölge bir eşlikçi olarak katılan eski bir rehber neredeyse boş otobüsün arka tarafına geçiyor. Ben boylarda, sırım gibi, başka bir dilden rehberlik yapıyor. Aramızda tatlı bir çekim.

Almanlarla rahat bir iletişim kuruluyor. Bu benim için kendimi içinde bulduğum bir tur, onların da gezmek dışında fazla bir beklentisi yok. Zor olmayacak.

Tam şoföre geceyi nerede geçireceğimizi soracakken otobüs birden duruyor. Bu da ne?! Yol kenarında geniş (belki 20 x 20 m) bir zemin. Ak mermerden. Grimsi kalınca kenar süslemesiyle tertemiz, cilalı. Alacakaranlıkta çiğ beyaz bir ışıkla aydınlatılmış. Gruba bir şey söyleyemeden önden gidip ne olduğunu çıkarmaya çalışıyorum. Sağ köşeye bir çift mamut dişi yerleştirmişler. Devasa. Kahverengi. Metal askısı içinde bir sanat eseri gibi. Soluk kesici. Burası bir tür sunak olmalı. Diğer köşede bir metin tabelası var ama ona geç kaldım; turistler de geliyor ve oraya yöneliyor. Hepimiz girdiğinde zeminin etrafında dört duvar ve ikinci bir kat yükseliyor. Bir rekonstrüksiyon bu. Bir vakitler yapılmış süslemelerin taklidiyle yapı yeniden canlandırılmış. Duvar kağıdı dokulu kaplamanın koyu yeşil-lacivert zemininde timsah gagalı tuhaf kuşlar, dallar.. Üst kattayım. Gölge rehber yanıma gelerek Noel çelenklerini çok andıran kırmızı süslü çam dallarını işaret ediyor. Vay canına! Bu gelenek sandığımızdan da eskiymiş ha?! Durduğumuz yer loş, ellerimiz birleşiyor. Yanımıza gelenlerle hemen ayrılıyoruz. Süsleri onlara gösterecekken yine hiç habersiz sofraların kurulduğunu görüyorum. Oval biçimli iki kocaman ziyafet masası donanmış, bizi bekliyor. Akşam yemeğini burada yiyeceğiz.