Bahçede bakılan bir av köpeği. Evin önünden ilk geçişlerimde çite yapışıp kıyametleri koparıyordu. Yaklaşıp buna gerek olmadığını anlattım. Durdu, dinledi, aklı yattı. Artık arkadaşız. Yani ben öyle sanıyorum. Ne zaman oradan geçsem bahçenin neresinde ne yapıyor olursa olsun, çatıdaysa merdivenlerden paldır küldür inip, çardağın etrafını dolaşıp ilk temas kurduğumuz köşeye koşuyor, yarım duvarın üzerine çıkıp bekliyor.
Bundan sonrası muamma.
Buluşmayı ben de hiç aksatmıyorum ama iletişim kuran yalnızca ben oluyorum.
Oskar hiç yokmuşum, olmamışım gibi ötemden yola, ona buna bakıyor, burnunu
havaya dikiyor, ortalıkta tavuk, kedi varsa onlara havlıyor, kimse yoksa susup
öylece dikiliyor. Asla göz teması kurmuyor. Tel çitten parmağımı uzatıyorum,
dokunulmak isterse diye ama hayır! Herhangi bir iki yanlı alışveriş istemiyor.
Onun kafamı karıştıran bu
çelişik mesajını düşünürken tanıdığım bazı insanlar gözümün önüne geldi. Benimle
vakit geçirmeye can atar görünürken bir araya geldiğimizde zamanı, alanı, olduğu
gibi kendi varlıklarıyla doldurup bana diş fırçamı koyacak yer bırakmayan,
enerjimi, giderek sabrımı baca gibi soğuranlar.
Ya da tam tersi. Benimle
vakit geçirmeye can atar görünürken bir araya geldiğimizde meydanı olduğu gibi
bana bırakarak geri çekilen, ortaya diş fırçasını bile koymadan gölgelere
karışıp yitenler.
İki durumda da
başlangıçtaki heves ile uyandırdığı karşılıklılık beklentisinin dağılıp gidişi.
*
Ama bir dakika.. Oskar’lık
belki de benden başlıyordur?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder