Şu endamına kapıldığımız, görünümünün ne tutkular tutuşturduğu bedeni bir de iç yüzüyle görmeli diyor dış görünümleri çoktan geride bırakmışlar.
Kusurlarını örtüp
güzelliğini uzatmaya onca emek, para, inanç bağladığımız bedeni.
O tıka basa karanlıkta
mesela bağırsakların işleyişini ya da işlemeyişini bir hayal et. Arkadaşlarla
kurulduğunuz bir içki sofrası ardından kan ter içinde elinde ne kadar ecza,
enzim, hormon varsa seferber eden karaciğerin, ne kadar asit salgılayacağını
şaşıran midenin halini. Havanın kirliliği, tütün alışkanlığı ile toz dumana
boğulan akciğerlerinkini. Biriktirdiğin katman katman yağı sarmaya çalışırken
kalbini tüketen damarları, çalıştırmadığın ya da aşırı yüklendiğin kasları.
Dış yüzünü bir kalem geçip
biraz altına indiğinde hangi beden seni bu kadar cezbedebilirdi?
Bakımının, hijyenin
ötesinde görünümüne verdiğin önemi başka bir şeye, varsayımlarını kurcalamaya
aktarmaz mıydın?
*
Zaman, nesneleri düştüğü
açı ve gürlüğüyle an be an değiştiren gün ışığı gibi. Altındaki kaya, çalı,
deniz, kuş, böcek, insan olsun, doğuşu, yükselişi, altın saati ve sonra geçtiği
iniş aynı seyri izlemiyor mu?
Çapa attığımız, hep öyle kalacak
gibi davrandığımız şeylerin gerçek doğasını, geçiciliği idrak için al bir
plastik ibriği, sabahtan akşama güneş alan bir köşeye koy ve izle. Üst tarafı ibrik,
değil mi? Güneşin doğuşu ve batışıyla kazandığı alımı, ışık tepe noktasındayken
düştüğü çiğliği, güneş ufukta kaybolduktan sonra yuvarlandığı karanlığı.
Anlatmıyor mu neyin ne
olduğunu?
Beden de öyle.
Hastalanıp da içi dışına
çıkarken -öyle ciddi bir rahatsızlık olması da şart değil, iyi bir üşütme
yeter.
Doğumdan ölüme gerilen bir
ip üzerindeki cambazlar olduğumuzu?