24 Temmuz 2021 Cumartesi

AH BENİM ÇİLEKEŞİM

Kafamın içinden çıkıp bedenimle daha dolaysız ilişkilendikçe yapıp ettiklerimi limon yalamışım gibi bir iç burulmasıyla hatırlıyorum.

Şu sadeleşme döneminin bir yararı da o oluyor: Bedeni gözeterek yaşamak.

İyi bakarsan o da sana iyi bakıyor.

Düzenli yaşamayı seviyor. Döngülerinin gözetilmesinden hoşlanıyor. Yeterli ve yalın beslenmeyle hafifliyor, zihnini de hafifletiyor.

Hepsi bu!

İdrakine varana dek sense alabildiğine uzaklaşıp ona fikirlerin, kanıların, alışkanlıkların, bağımlılıkların aleminden kamçı sallıyorsun.

Rahatlama sigarası, abur cuburu, sosyalleşme-gevşeme alkolü, hareket tembelliği, dinlemeden anlamadan kendine dayadığın eş-dost tavsiyesi anti depresanlar vd.

Yapılsın istediklerini yapmıyor, en yapılmayacağı “kendin için” yapıyorsun. Kafanın içinde yaşayan bu kendin’in taşıyıcısının bedenin olduğunu unutarak.

İşlediği, işlevini iyi kötü yerine getirdiği sürece onu unutup yok bilerek.

Bilmezden geldiğin, bedenin yapılması gerekirken yapmadığın, yapılmaması gerekirken yaptığın her şeyin karşılığını verdiği. Bugün yarın değilse de o zamana allah kerim dediğin bir gelecekte. Ama mutlaka. Faturasının ağırlığı ihmalinle, kulak vermeyişinin derinliğiyle orantılı.

Ona mekanik bir alet (bazen de onun bunun ölçütlerine göre hoş görünmesini beklediğin bir vitrin) muamelesi yapıyorsun. Alabildiğine de yanılıyorsun. Bütün o ruh hallerinin, kronikleşebilen hoşnutsuzluğun, huzursuzluğun, tık nefesliğin, canı burnundalığın zemini onun fizyolojik durumlarıyla döşeniyor. Farkında mısın? Kenarına bir hikaye, anlatı iliştirdiğin, dış koşullardan bildiğin tepkilerinin katıksız fiziksel çıkışlı olduğunun?

Bir sınır aşılana dek aldırmıyor insan. Sonuçta sesini çıkarmayan bir hizmetkarım vardı. Derken bir gün uyanıverdim. Bilmek ile idrak etmenin farkı. Adım ikincisiyle atılıyor.

Alkol ona yüklediğim anlamlardan, işlevlerden, yanılsamalarından vs soyundu, eksik olsun dediğim tadından ibaret kaldı.

Çok, karışık, kof yemek midemden önce kafama ağır gelir oldu. Yemek beslenmekten ibaret; gözümü, gönlümü şenlendirmek zorunda değil, ruhumu yamamak, doyurmak ona düşmüyor.

Hareketsizlik pislik kadar rahatsız ediyor.

Suyunu, havasını, gıdasını, uykusunu, bakımını ihmal etmiyorum. Bir derdi olduğunda fısıldaması yetiyor, avaz avaz bağırmasına, hasta düşmesine, çöküp kalmasına gerek yok.

Artık iyi dostuz. Onun için iyi olan benim için de iyi, kötü olan benim için de kötü.

23 Temmuz 2021 Cuma

EYÜP BABA

Kotrası, katamaranı, ahşabı (az), pleksiglası (bolca), motorlusu, yelkenlisi, milyonlarca doların yüzdürüldüğü koyda ipini koparmış, gelip plajın güvenlik dubalarına dayanmıştı. Sahipsiz, bakımsız, ufacık bir balıkçı teknesi. Çürüyen metal kısımlarından kirlenmiş beyaz boyasına yol yol pas akmış, dümeni bir külüstür teker, kaptan koltuğunun süngeri dışarı fışkırdı fışkıracak.

Mavi boyalı ismi Eyüp Baba.

Benzerlerinin barınağından uzakta, benzemedikleriyle arasındaki çelişkiyi bakıp da gören olacak olursa suratına çalmakta.

Sayıp döküyorsun işte Eyüp Baba.

Keyif, prestij, statü (kılıç ve kalkan) timsali oncası bir yanda, karşılarında sen.

Nasıl da gösterişliler değil mi? Uzaktan safi ışıltı, pırıltı. Refah, güvence. Ya içleri? Sahip olma hırsı, sahip olduğunu elde tutma, yarıştırma gailesi, dahasına bilenen iştah ve kaybetme korkusuyla beslenen bir var bir yok mutluluk, dipsiz bir doyumsuzluk ile ne kadar çalkantılı?

İşlevinden ibaret bir takacık, sahip olmayı hayata zemin taramayacak bir çapa atmakla bir tutma aldanışını böyle tabak içinde göz önüne sermiyor mu?

Onun çırılçıplaklığı, nice anlamla, simgeyle yüklenmiş diğerlerini bir anda rüküşleştirmiyor mu?

Gelip geçiciliğin unutulup gidişine, yok sayılışına karşılık lamı cimi olmaz bir sadelik, kesinlikle ortaya konuluşu bu karşılaşma.

18 Temmuz 2021 Pazar

SUYUN HUZURU ÜZERİNİZDE OLSUN

İyice yavaşladım, tempomu buldum.

Denize girdiğimde kimse olmuyor. Uca gidip dönerken insanlar üçer beşer gelmeye başlıyor. Usulünce ama toplantıya yetişme telaşında yüzenler, suyu dövenler, onunla kavga edercesine kol bacak vuranlar, kafaları havada iki yana gide gele kendini helak edenler, denizi belediye kahvesi yerine sohbet mekanı olarak kullananlar (burada hemen hepsi kadın), seslerini insan sessizliğine çalan, döşeyenler yanımdan, yöremden geçe dursun, ağır ağır süzülüyorum. Suyun pırıltısı ıslak kirpiklerim arasında pul pul.

Anda olmak da değil bu. Anın nokta olmaktan çıkıp uzayıp giden bir doğruya dönüşmesi.

Düşünceler üşüşür olduğunda denize, bedenime dönerek yerçekimini zihnimden de kaldırıyorum. Geriye koynunda olduğum su ile barışık bir hareketten başka şey kalmıyor. Günde en az bir saat. Serinliğiyle gövdem, dinginliğiyle ruhum bunun birkaç katı idare ediyor. Zemini de içime yavaş yavaş yerleşiyor.

*

Bayram şişmesiyle Bodrum’un nüfusu 1 milyonu buldu diyorlar. 30 kilometreyi üç buçuk saatte gidenlerin vs. hikayeleri anlatılıyor. Geceleri arka sokakta kesintisiz bir trafik ve sunturlu küfürlerin uçuştuğu kavgalar oluyor. Müzik yasağı 12’de başlıyor ama kızgın kornalar bundan daha bir iki saat sonraya kadar sürüyor.

Elektrik günde iki kere kesilmeye başladı. Trafo patlamış. Onarılana kadar kesintiler sürecekmiş. Yerini jeneratörlerin gümbürtüsü alıyor. Büyücek bir TIR parkında rölantide çalışan kamyonlar gibiler. Geceleri bitişik gazinonun sıralamasında bile değişmeyen repertuarına karışıyorlar.

Sabah çöpleri konteynerlerin üç misli tepeler oluşturuyor. Ara ara hafiften lağım kokan sokaklar kırık şişe, maske, izmarit, naylon torba kaplı oluyor.

Karadaki, sudaki tempoma yakın. Hareketten, kalabalıktan fiziksel olarak koşullar elverdiğince, zihinsel olarak alabildiğine uzağım. Arabayı otoparka bırakıp anahtarını kaldırdım. Çıkarsam yiyecek alışverişi için çıkıyorum.

*

Kendi temponu bildiğinde el alemin dümen suyunda helak olmuyorsun.

Bu ikisi ayrıştığında sessizlik ile jeneratör uğultusu, trafik ile trafiksizlik neredeyse bir.

Direnmeyle, itirazla, yakınmayla vakit, enerji kaybetmeden ne varsa onlar içinden süzülüp gidiyorsun işte.

17 Temmuz 2021 Cumartesi

KEDİMORFOZ

Sıcaklar kudurdukça ortalıkta görünmez oldular. Duvar diplerinden, kuytulardan süzülüp gölgeleri izleyerek ayak altından, güneşten olabildiğince kaçınıyorlar. Ufaldılar da, zayıflayıp küçülüyorlar. Hayatiyetlerinden geri kalanı bedenlerinin hiçbir parçası diğerine sürünmeyecek, sıcağı körüklemeyecek şekilde serince zeminlere yayılarak korumaya bakıyorlar.


Yine de. Nereye nasıl serilirse serilsin, karşımdaki kedi.

Bizimkinin kaçta biri gövdesi bizimkinin kaç katı kas ile donanmış. Esnek, kıvrak. Düşme kalkma, kıvrılıp bükülme konusunda insanı yanında alabildiğine hantal bırakıyor.

Bunca kas müthiş bir hareket yelpazesi bahşetmekle kalmamış; kediye ifadesinde (yüzünün, bedeninin aldığı biçimlerde) de bütün bir repertuar kazandırıyor.

Onu bir hareket bukalemunu yapıyor!

Avladığı ne varsa -ve daha da fazlası- suratının, gövdesinin girip çıktığı biçimlerde bir belirip kayboluyor.





Yılan gözlü

Fare duruşlu

Kuş çırpınışlı

Kertenkele sürünüşlü

Sardalye esintili


Kedi Çeyrek

Tavşan kılıklı

Terbiyeli bir saray atını andırır..

Başka hayvanların türlü halleri üst üste binen saydamlar da sanki, kedide akışkan bir şekilde birbirini kovalıyor.

Kedi Duman



Kedi Ayşegül



16 Temmuz 2021 Cuma

YOK’U GÖRDÜM

Onlar denize girerken ben çıkıyordum. Bembeyaz tenli, şişman, 13-14 yaşlarında bir oğlanla 50’lerindeki annesi. Oğlan engelliler için suya döşenmiş plastik şeritte bile dengeyi tutturamıyor, bir dona kalıp bir çözülerek sarsakça yürürken kadın onu bir canım-hayatım salvosuyla cesaretlendiriyordu.

O ilk görüşümde oğlanın pek sesi çıkmadı, kıyıdan da açılmadılar.

Birkaç gün sonra kadından daha yaşlı kocası da ikiliye katıldığında üçü güvenlik sınırına kadar yüzmeye başladı. Baba bu üçgenin uzak noktasıydı, asıl ilişki oğlan ile annesi arasında. Çocuk kalınlaşmasını tamamlamış sesiyle kız gibi nazlı konuşuyor, cilveler yapıyor, birkaç saniyede bir anne! diyerek kadını eritiyor, mührünü aralarındaki aşka basıyordu. Dilini mahsus mu peltekleştiriyor, r’leri silinirken bebekliğe geri yuvarlanıyor, kadının oğul aşkına kılıf sunuyordu, bilemedim. Bir yanı pek bilmişken kalanı biraz ebleh, durmadan konuşan oğlan, ona çanak tutan ana ve hep susan baba ile bugün dubaların orda karşılaştık.

Oğlan bir anlığına annesini bırakıp babaya yapıştı. Sırtında bir şey var mı bakayım diye tutturdu. E hadi bak bakalım. Seslileri yayıp uzatarak boru gibi sesiyle sonucu haykırdı:

Anne! Babamın sırtında hiçbir şey yok, bak!

Anne hiç duraksamadı:

Evet evet! Yok’u gördüm.

Kulaklarıma inanamadım. Hem de doğaçlama, dipsiz bucaksız, o nasıl bir cevap öyle.

Denizin dibinde kalınından bir altın bilezik buluvermiş gibi çıktım sudan.

6 Temmuz 2021 Salı

DİLİM DİLİNE ARMAĞAN OLSUN

Anadilimiz şikayet, başlıca şivesi yakınma.

Kusur bulma, küçümseme dağarımız pek zengin.

Kaldır bunları, birbirimize söyleyecek nelerimiz kalır?

Hemen hiçbir şey kalmayacak kişileri aklımdan geçirip ürperdim. Hele sıradan ilişkilerde şikayet, yakınma, vırvır nasıl da iletişimin iskeleti, kasları olup çıkmış. Ortak karşıtlarımıza (aile, yöneticiler, komşular, millet, dünya) verip veriştirip rahatlıyor, ittifakımızı güçlendirip keyfine varıyoruz.

Şunun kafası, bunun kötü niyeti, onun huyu, diğerinin huysuzluğu, kıyafetler, duruş davranışlar. Kıyma makinemize girmeyen kalmıyor. Kıymakta ortaklaştıkça kendimizi yukarı çekiyoruz.

Cehennemin bu dilin yöneldiği değil, ta kendisi olduğuna bir türlü uyanamadan.

5 Temmuz 2021 Pazartesi

BARBARA

Koy tekne dolu. Bu yaz halk plajının güvenlik sınırından epey açığa demirliyorlar, böylece bulaşık suları yüzdüğümüz yere gelmiyor. Sınırın bir iki metre dibinde oluşu dikkatimi çekti ilk. Kafamı sudan çıkarıp kıç-yüze gelmemle sen de kimsin?! dedim. Bir daha baktım.

Ne tuhaf şeysin öyle!

Bir motor bot. Ama.. gördüklerimin en sakili. Enli, kısa, küt kıçlı. Yuvarlak ve dörtgen, lombozları hizalanışta da bir çizgi tutturamamış. Ve üzerine kat çıkılmış. Genişlemenin yapılarda kalmadığını burada teknelerde gördüm. Tepeleri korkulukla çevrilip üzerlerine tente geriliyor -şimdilik elde olan bu ama yakın bir gelecekte yanlarına mürettebat için ek, onun üzerine de misafirler için kamara çıkarlarsa şaşmayacağım.

Beyaz. Adı Barbara. Gözkapağı tembelliğine tutulmuş gibi bir kısmı bej, bir kısmı beyaz olan güneşliklerinin yarısı indirilmiş. Güldürdü beni.

Alabildiğine sakil evet ama nasıl da kendinsin, albeniden yoksunluğun içinde yekpare.

Masum?

O mu çirkinliğiyle şefkat uyandıran?

Çıkma katın bir altında biri doğruldu, kalkıp örtüsünü silkti, katlayıp kaldırdı. Aşağı indi, iskele tavasındaki açık kapıcıktan içeri girdi. Uca kadar yüzüp dönüşümde kapıcık yine açık, etraf hela kokuluydu.

E yani Barbara, dedim gülerek. Gazını da burun dibimizde çıkarmasan.

Bu sabah diğerleriyle aynı uzaklığa çekilmişti.

4 Temmuz 2021 Pazar

BENDEN DE ÇOK

Gece kalktığımda çatıdaydı. Yıldızların altında başını geriye atmış, uzak uçtaki koltuğunun sırtı bu tarafa dönük. Tek başına. Ortalık kadar sessiz, ekran ışıksız.

Denizden döndüğümde de. Havlumu asarken dilimin ucuna gelen Günaydın!’ı geri çektim. Kahvaltımı hazırlamak için içeri girdiğimde onun da sessizce aşağı indiğini gördüm.

Eğlenmeyi sevdiğini duymuştum, beni bu yoğun tek başına kalma yetisiyle şaşırttı. Daha alanı paylaşmaya başlar başlamaz. İlk o çıkıyor, cep telefonuna değil, sessizliğin, manzaranın tadına dalıyordu. Derin bir hazla diye tamamladım ilk tanık oluşumda. Özlemle. Susuyor ve kafasının ötesine açılıyor sanki. Boşluğa, sükunete.

Hayret!

Yanındakilerle bas sesini kısarak konuşması, böylece genel sesi aşağı çekmesiyle devamını getirdi.

Varolduğuna ikna olup inandırmak için ses çıkarma zorlanımı duymayanlardan demek.

Ne hoş bir sürpriz!

Bakışlarımız karşılaştığında selamlaşıyoruz. Arkasını döndüğü için özür diliyor. Rahatınıza bakın, diyorum. İçimden, sizin rahatınız tıpatıp benimki de diye devam ediyorum. Dil değmemiş sükunetin kıymetini biliyor, çekimini duyuyorsanız hoş geldiniz, sefa getirdiniz bu hava sahasına.