12 Kasım 2020 Perşembe

BANA YOL VERİN

Bir kez karar verdikten sonra yayından çıkan ok gibi koyulduğum bir yoldu. Uzun ama gittikçe kendimi bulduğum.

Yol!

Pandemiyle ayrı düştüğüm şey. Yenilenme, tazelenme, canlanma vesilesi.

İçerden Antalya’ya, Alanya’da Zeyno’da bir mola, kıyıdan köye. İçinde dağlardan Akdeniz’e bol çeşitleme, güz sonu, kış kıyısından tekrar yaza, iki iklim olan bir yol. Çam ormanları, bozkır, muz plantasyonları, insansız doğa, soluksuz yerleşimler.

Yolda, dürülüp kaldırılmış saray halıları gibi açılıyorum. Köşe bucağım havalanıyor, algılarım bileniyor, fikrim dirileşiyor, içimi elementime dönüş hissi kaplıyor.

*

Dönüşte Antalya’da kaldım. Geçen seferkinin tersi yönden kaleiçine doğru yürüdüm. Bu tarafa da falezler boyunca uzayıp giden bir park şeridi yapmışlar. Çay bahçeleri, geniş yaya yolları. Pazardı, hayli insan vardı ama bunca alanda kalabalık oluşmuyordu. Güneş karşı dağlardan alçalırken döndüm.



Ertesi sabah koca otelin kahvaltı salonunda bir ben vardım. (Alışkanlıkla tabağımı kapıp açık büfeye yöneldim ki maskeli bir şef yolumu kesti. Beni kırmızı şeridin dışına çıkardı. İstediklerimi o doldurup tabağımı geri verdi.) Körfeze bakan cam cephede günün perde perde ağarmasını seyrederek kahvaltımı ettim. Gök ile deniz taze mavinin aynı tonunu tutturduğunda Beydağları olanca haşmetiyle siluetleşti. İçim hop ederken diplerinde ufacık kalan, ışıkları hâlâ açık sıra sıra binayı diş taşlarına benzetip güldüm.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder