Düğüne derneğe, cenazeye
gitmez olmuşlar köyde. Savaş istisna imiş. Mezarlıkta, evin bahçesinde epey bir
kalabalık toplanmış. Ama gurur duydum dedi İstanbul’dan gelen kuzin. “Maske,
mesafe konusunda herkes son derece dikkatliydi.”
Geleneği pandemiye
uyarlayıp 7’si yemeğini de paketler halinde dağıtmışlar. Ben iki hafta sonra
gittim. Ufalmış bir grup bahçede maskeli, mesafeli oturuyordu. Akşam, öksüz
kalan traktörlerin büyük garajına çekildik. Cemevinden gelen masalar
birleştirildi, kağıt-plastik tabak, kase, çatal kaşıklar dizildi. Yemek yapma
sırası yakın aileye anca geldi dedi Tülin. Günlerce tepsi-tencere yemek
taşınmış. Artanı yoksullara dağıtmışlar. Sıvasız briket duvarlar, yüksek tavan
ışığı yutuyor, garajı mağaralaştırıyor, içim daha bir loşlaşıyordu. Gözüm gidip
gidip emektar pikap Abbas’a takıldıkça tizleşen sızı, birbirine karışan
konuşmalarıyla yekpare bir kucak gibi gelen yakınlarımla dağılıyordu. Bir
köşede dipsiz demlik kaynıyor, tavuklar girip çıkıyor, yeni gelene tabağı
uzatılıyor, akşam akıp gidiyordu.
“Biz bir arada olunca daha
sakin oluyoruz” demişti Tülin. “Çünkü birbirimizden utanıyoruz ağlarken. Eşi
mi, çocukları mı daha yakın babaya, onlar kadar mı acıyor bir yanımız diyoruz.
Kısacası Sedacım, bir garip alemde var olmaya, sindirmeye çalışıyoruz.”
Yasemin, çocuklar,
birbirlerini esirgeyip dik duruyor. Etraf da öyle. Saygılı, yakın. Şokun,
acının buzu, alevi yatışmış. Yas için için yanmaktaydı gittiğimde.
Savaş dışa ne kadar açık
bir içe dönük imiş, ölümü iyice ortaya koymuş. Gözlerinin şöyle bir aşina
olduğu nice insan gelip çok iyiliğini gördüklerini söyleyerek çocuklara başsağlığı
dilemiş, yardım önermiş.
Sessiz ve yakındı.
Varlığını hissettirmeden ilgili. Gönlü gani. Barışçıl, barışık bir Savaş.
*
Mezar ziyaretlerine
babamla başladım ben. Acısı tatlısı, eğrisi doğrusu, defter ölümle kapanmış,
geriye bağın, devamlılığın saflığı kalmış, başucuna varmak durulaştırıyor.
(Kuzin, bir Azeri geleneği söyledi. Köşesiz bir taş bırakır, geldiklerinde mezar
taşını bununla tıklatarak ‘buradayız’ derlermiş. Çok hoşuma gitti ama babamın kulağının
öbür dünyada açıldığından emin olamayıp ben yapmadım.)
İsli Hüseyin mezarlığına ikinci
kez akşamüzeri, yalnız başıma gittim. Alacakaranlık ile altın saat arası.
Kelimeleri suyun başını tutmuş sazlıklar gibi iki yana itip düşüncenin ötesine
geçtim. Beride bir su birikintisinde çırpına çırpına yıkanan bir kuşla birlikte
derinleşen sessizlikte durdum, hissettim.