Son çevirdiğim kitap Kore kültüründe hayli yer tuttuğu
anlaşılan bu kavram üzerineydi. Nunçi, ortamı okuma duyarlığı, becerisi.
Empati ile ortak noktaları olan ama
örtüşmedikleri de bulunan, toplumsal yanıyla da duygusal zekadan daha ileri
giden bir kavram.
Yazar Euny Hong’un dediği gibi bağlam her şey.
Nunçi’ye hakkını vermek, ürünü olduğu kültüre bakmayı gerektiriyor.
Hong, Kore kültürünü kolektivist olarak
tanımlıyor. Alıp başını yürümüş bir bireyselliğe geçit vermeyen, bireye bütünün
parçası olarak yaklaşan, ondan da önce bütünü gözetmesini bekleyen bir kültür.
Açık büfe kuyruğunda sabırsızlanan el kadar
çocukların ana babalarından işittiği şaşmayan azar “Acıkan bir tek sen
değilsin, bak, buradaki herkes aç. Sabırlı ol, hiç mi nunçi’n yok senin?”
olurmuş.
İnsanlar kendilerini bildikleri andan
başlayarak nunçi ile terbiye edilirmiş. Böylece daha okul sıralarından itibaren
ortamın ne gerektirdiğini, nasıl davranacaklarını bunların tane tane, tekrar
tekrar hatırlatılması gerekmeden bilir hale gelirlermiş.
Yazar bir iki yıl önce izlenme rekorları kıran
bir video ile kayda geçen olayı örnek veriyor. Uzun bir tüneldeki trafik
kazasının hemen ardından iki taraftaki araçlar derhal en sağlarına yanaşarak
durmuş, ortada ambülansların engelsizce geçeceği bir “yaşam yolu” açmış.
Diğer örnek okuldan. Elişi dersinde öğretmen
ertesi ders ne yapacaklarını söylemekle yetinir (abajur), bunun için gereken
malzemeyi akıl etmeyi eğitimin parçası olarak öğrencilere bırakırmış.
Öğrenciler neyin gerektiğini böyle böyle, dikkatlerini ortama vererek
öğrenirmiş. (Ev ödevlerinde, ders çalışmalarında ana babanın koltuk değnekliği
etmediğini söylemeye gerek kalmıyor.)
Ortam olduğu gibi, yani canlı bir organizma
olarak, andan ana değişim içinde kavranıyor.
Bir mekana giriyorsunuz. Girişiniz ister sessiz
sedasız ister gürültülü patırtılı olsun, hava değişiyor.
Nunçi’li kişi önce atmosferi yokluyor.
Nasıl bir hava hakim? Neler olmakta? Kendini, temposunu, ruh halini, gündemini
dayatmadan mevcudu kokluyor.
Bu, insanın kendi sesini (gürültüsünü) kısıp
kulağını dışarı açması, konuşmadan dinlemeyi bilmesi demek.
Araya olanı olduğu gibi kavrama imkanı sağlayan
bir mesafe koymasıyla nunçi empatiden ayrılıyor. Empatide kendini karşıdakinde
kaybetme ihtimali var. Nunçi’de yok. Kavrayış ön planda, onaylama ise seçiminize
kalmış.
Bire bir ilişkilerde de değerli bir yol
gösterici. (Bu alanda sezginin öbür adı zaten.) Olması istedikleriniz ve
karşınızdakinin kasıtlı ya da kasıtsız yanıltıcı tavırlarıyla gözünüz
boyanmadan geri çekilip gözlemlemek, değişen verileri toplayıp hesaba katmak, hislerinize
kulak vermek, muhatabınıza notu zamanla vermek demek. Bir anda güvenip yaklaşıp
hüsrana uğramanın, zarar görmenin önleyicisi.
Nunçi için kendinizi yeterli, formda vs
hissetmenize gerek yok. En çökkün halinizde bile başvurabileceğiniz birer çift göz
ve kulağınız var. (Çeşitli kaynakların depresyona karşı önerdiklerinin başında
kendi dışınıza çıkıp algınızı etrafınıza açmak gelmiyor mu?)
Nunçi sosyal fobide, sosyal ortam kaygılarında
da en rahatlatıcısı diyor Hong. Bu durumlarda vurgu hep kişinin kendinedir.
Telkinle, kontrolle baş etmeye çalışılır. Oysa nunçi kendinizi bırakıp dikkati
ortama vermenizi istiyor. (Böylece genelde aşırı büyütülen insanın “kendi,”
ortamın parçası olmaya doğru daha yerinde bir perspektife oturuyor.)
Önce anla!
Kore Çin ve Japonya gibi iki güçlü diş arasında
kolay bir lokma olmadan yüzlerce yıl varlığını sürdürebildiyse, 2. Dünya Savaşı
ardından bir üçüncü dünya ülkesiyken bugün teknoloji, refah ve popüler kültürde
birinci dünya ülkeleri arasına yükselebildiyse, reel koşulları (gözüne mitler,
masallar, ezberler perdesi inmeden) görüp değerlendirmesi sayesinde diyor
kitap.
Diğer bir deyişle kıvrak nunçi’sine çok şey
borçlanarak.
Nunçi değişen isimler altında toplumsal yaşamın
(hayatın, ilişkilerin) olduğu her yerde söz konusu kuşkusuz. Kore kültürü
anlaşılan onu almış, bilemiş, parlatmış, “mazlumun gizli silahı” haline getirmiş.
Yuvarlandığı “ben de ben!” çukurundan çıkarıp bizler de işlevsel bir hassamız
haline getirsek neler olabileceğinin tatlı hayallerini kurduruyor.
*
Kolektivizm ile bireyciliğin bizde aldığı
biçimi bir kez daha düşündüm.
İlki sürü psikolojisi, ikincisi başı bozukluk
olarak yozlaştığı haliyle ters giyilmiş bir çift kundurayı çağrıştırdıklarını.
Kolektivizmin bizde aldığı hal bireye sırtını dayayabileceği,
güven duyabileceği istikrarlı, orası burasından delinmeyecek bir dayanak
sunmuyor. Tam tersi oluşuyla kendisi orman kanunlarını getiriyor. Bireyciliğe
düşen de ayakta/hayatta kalabilmek için ondan geri kalanı da çiğneyip
sistemsizliği kural haline getirmek.
Sonuç akıl almaz bir enerji, güven, saygı
israfı.
Ve şu “yaşam yolunu” bir türlü açamayıp yerinde
saymak.
*
Öte yanda Güney ve Kuzey Koreler, kolektivizmin
ışığı kadar dönüşebildiği diktatörlükle gölgesini de temsil etmiyor mu?
*
Kitaptan Nunçi’nin sekiz kuralıyla bitireyim:
1. Önce
zihninizi boşaltın. Muhakeme yeteneğiyle gözlemlemek için önyargılarınızı bir
yana bırakın.
2. Nunçi
Gözlemci Etkisinin ayırtında olun. Bir ortama girdiğinizde ortamı
değiştirirsiniz. Etkinizi anlayın.
3. Bir
ortama henüz katılmışsanız başka herkesin sizden daha uzun zamandır orada
olduğunu hatırlayın. Bilgi edinmek için onları izleyin.
4. Çenenizi
kapamak için hiçbir fırsatı kaçırmayın. Yeterince beklerseniz sorularınızın
çoğu siz tek kelime etmeden cevaplanacaktır.
5. Terbiye
kuralları boşuna değildir.
6. Satır
aralarını okuyun. İnsanlar her zaman düşündüklerini söylemez ve bu onların
hakkıdır.
7. İstemeden
zarar veriyorsanız bu kimi zaman kasıtlı olarak zarara yol açmanız kadar
kötüdür.
8. Tetikte,
atik olun.