12 Ekim 2018 Cuma

KUZEYE, EGE’YE

Damağımda son haftanın canlı tadı, bizi karşılamaya gelen Barış’a, hem de ne iyi geçti, dedim; içime yayılan sükunet 20 İstanbul saati dayanır! (Gerçi havaalanı çıkışının keşmekeşi bunu 12 saate indiriverdi ama olsun.)



Akdeniz, İstanbul, derken Ayvalık ve Küçükkuyu ile iki haftada üç iklim, dört dokunuş-oluş.

Güneyde sıcaklık 30’un altına inmezken Ege’de adımımı diri, berrak güz havasına attım. 30 yıl önce bir kere geçerken şöyle bir gördüğüm Ayvalık, sonbaharın en sevdiğim bu kıvamını arka plan etti. Davetine sonunda uyduğum için döne döne sevindiğim Deniz’le Cunda senin, Ayvalık merkez benim, Şeytan Sofrasıydı, Sarımsaklıydı (“Ona gitmesek? Pek sefil olduğu şu tepeden bakışla belli..” “Hayır, orayı da görmelisin, yapılaşmayı unut, sahil şeridi harikadır.”) sokak sokak dolaşır, tepelerine çıkıp bir fincan kahveyle seyrine, tadına varırken bizi sarıp sarmalayan bu güz havası, güneşi, ışığıydı.

El ayak çekilmiş, güzelim taş evlerin, eskili yenili renk renk cephelerin, bulduğu her aralıktan çeşit çeşit bitki, ot, çiçek ile fışkıran doğanın sıra sıra uzanıp gittiği dar sokaklar kedilere (delileri ve ölüleri kadar kedileriyle de ünlüymüş Ayvalık), köpeklere, tek tük insana kalmış. Sokak aralarından görünen deniz, adalar, adacıklar, Cunda’dan Ayvalık’a bakışta Boğaz hissi veren karşı kıyı ile alabildiğine hareketli bir görünüm sunuyor. Yemyeşil, masmavi, derken bir ucu boz, bir tepesi kel. Rengarenk.

Ve hakiki. Nüfus, fiyatlar, isim/imaj olarak şişirilmemiş. Yerleşik bir gerçeklik, derinlik algısı uyandırıyor.

Acaba ilerde? Belki, neden olmasın, çıkınımı alıp çulu buraya serebilirim.

*


Ayvalık’tan Küçükkuyu’ya. Sütkardeşimin evini, manzarası sağda Midilli, solda uzaklarda hafif bir pusta siliniveren Ayvalık körfezi silueti olan zeytinlik etekli doğal bir amfi tiyatronun tepesine kondurduğu dağ köyü nefes, ruh, gönül açıcı. İnsan her sabah doğduğuna şükrediyor. Sakin sohbetler. Assos dondurması. Ayvacık pazarı. Haz, hoşnutluk. Hayatların denk geldiği yaz sonu, güz, kış ve yitiş ile hüzün de. Ama yaşam ne kadar yalınlaşırsa insanın eteğinden o kadar taş dökülüyor. Akıntıya kürek çekmek yerini gönüllü bir teslimiyete bırakıyor.

Hafifliğe, ferahlığa.



Ege zamanı işte öyle geçti. Ve yokluyorum da, tadı, kaynayan İstanbul kazanında hâlâ orada, damağımda.


*
Ayvalık:


Pergamon’a da uzandık. Uzaklarda iki yanda tepeler, bereketli ovayı geçmeyi ne kadar özlemişim.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder