15 Ekim 2018 Pazartesi

DÜŞLER ÜLKESİ

Islak, karanlık, serin bir Cumartesi. Bağra basan yazdan sonra arkasını dönüp seni cascavlak ortalarda bırakmış gibi gelen İstanbul Ekim sonu. Düşler Ülkesi Troya sergisine gittim. Genç sanatçıların çeşitli teknik ile Troya anlatımları. Üstelik Arkeoloji Müzesi karşısındaki Darphane-i Amire’de. 



Gülhane girişinde dev çınarların kalan yaprakları acı acı güz kokarak koyu, yekpare gri göğe karşı ışıldıyordu. Nefesim kesildi. Adımlarımı ağırlaştırdım, anı silip süpürdüm.




Sergi, mekanın ufak bir bölümündeymiş. Olsun. Bakalım gençler, çok su kaldırmış, daha da kaldıracak bu pilavı nasıl pişirmiş?

Kendimi hiç şaşırtmadım ve Kübra Gürleşen’in Katmanlar adlı video enstalasyonuyla kendimden geçtim. Toprak renkleriyle grafik akışkanlara dönüştürülen kent katmanları, ufukları açı değiştirerek hiç durmadan birbirini doğuruyordu. Döngüyü ağzım açık defalarca izledim. Şimdi, yazarken de hayalimde Homeros’u ekranın karşısına geçiriyorum. “Daha kısa sürüyor ama al sana bizim İlyada. Ne dersin? Hadi sen onu, ben seni seyredelim.”



Hoşuma giden başka çalışmalar da oldu.










Hikayenin başı sayılan altın elma üzerine yapılmış Tohum tablosuyla (bir günah simgesi olarak sık tekrarlayan elma motifi) bitirdim.

Düşlemeye başla, arkası gelir. 1. avludan Sarayın içinden geçerken bin bir milletin kalabalığı, iç içe geçen ağaç ve insan gövdeleri, kendimi ne zaman Sultanahmet’e atsam dokunduğu telleri titreştirdi. O kadar çeşit, o kadar renk vardı ki Kübra Gürleşen’in katmanlarla yaptığı gibi tekillikleri geçip üstlerinde süzüldüğümü hissettim yine.




Geldiğim köyler, kasabalardan sonra kalabalık epey bir süre kıyamet gibi göründüyse de eskiyle kıyaslandığında ne sönük kaldığına uyandım.


Ama Troya, ardından Sultanahmet ile düş sürdü ve iki tramvay, bir otobüs yolculuğu boyunca şehrin, gücümü gıdım gıdım emen, kah gece kah gündüz düşü, kah hülya kah karabasan, kapkarabasan olan İstanbul anlatılarına karıştı.  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder