Çok öne çekilmiş bir güz havası Haziran’ın son haftasına
kadar sürdü de sürdü. Güneş altında saatlerce kesilmek bilmeyerek denizi de kudurtan
deli deli rüzgarlar (aslında sevdiğim bir kıvam ama zamansızlığıyla
ürkütücüydü). Ramazandı, üniversite sınavlarıydı derken alışılmadık ölçüde
tenhaydı da. Daha ne istersin demek varken bir yandan yadırgıyordum.
Bayramın ilk günüyle sahne aniden değişti.
Hepsi birden geldiler.
Eritici sıcak.
Sivrisinekler (bu ikisinin birlikte insanı arenada
şişlenen boğaya çevirmesi işten değil).
“Ses çıkarıyorum, o halde varım!” diyen çığlık çığlığa kalabalık.
İskeleyi ıslak bir et yığınına çevirirken iki lafın başı
ezici bir yaşama sevinciyle “.mına koyarak” sulara atlayan, çıkıp çıkıp “.mına
koya” koya yeniden atlayan genç erkekler. Akşam oldu mu bulabildikleri tek
eğlence saatlerce siteyi dört tekerli motorlarıyla turlamak olan ergenler.
Arkalarında kabaktı, aydı, çekirdekten izler bırakarak piyasa eden aileler. Çöp
yığınları. Mangallar cümbüşünden yükselen soluk kesici duman. Yolları iltihaplı bir boğaz gibi kapayan yurdun dört bir köşesinden
arabalar.
Bu listenin düşündüreceği gibi değil ama içim. Hani ruhumun kübist bir tablosu yapılacak olsa epey bir parçasının bir arada ayrıksı bir gülümseme oluşturacağı bir resim olurdu.
Bu listenin düşündüreceği gibi değil ama içim. Hani ruhumun kübist bir tablosu yapılacak olsa epey bir parçasının bir arada ayrıksı bir gülümseme oluşturacağı bir resim olurdu.
My
favorite things’in Coltraine yorumu ya da.
Olanın alınıp sivriliğin, keskinliğin başka (üst) bir uyuma
tırmandığı yeni bir bütün haline sevk edilmesi.
Çeri çöpü, şusu busuyla evet, en sevdiğim mevsim
geliverdi.
*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder