Flütü savsaklamasam da heyecanı düzleşir olunca heybeyle
omzuma vurup yeniden doğaya salayım dedim. Uzun zamandır içerde çalışıyordum.
Toprak yolda hop hop kurbağa yavruları, kısacık bir
şimşek gibi aralarından süzülen ufak bir yılan, sabah dedikodularının en
hararetli kısmını geride bırakmış kuşlar eşliğinde güzel bir yürüyüş ve patikanın
kıyısında taburemi açtım. Balıkçı barınağına vuran denizin şıpırtısı oraya
kadar geliyordu, ne hoş. Hiç yalnızlık çekmeyecek insansız seslerden yana
dediğim flütü çıkardım ki gelirken başka bir yolda yürüdüklerini gördüğüm iki
teyze patikanın kenarında bitiverdi. Şişman ve yayılmacı, “A aferin, müzik mi
çalıyorsun, hadi çal da dinleyelim!” dediler. “Ben müziğe bayılırım!” dedi
biri, diğeri de ona katıldı. “Kaç numarada oturuyorsun sen? Gelir, dinleriz.” Başımdaki
siperli bandanayla güneş gözlükleri, olduğumdan daha genç göstermiş olmalı. “Alıştırma
yapıyorum, sıkıcı şeyler, siz yürüyüşünüzden olmayın” deyip adresimi de
geçiştirip neye uğradığını şaşıran parmaklarla başladım. “Öğreniyor daha bu”
dedi biri diğerine, sohbetleri ve yollarına devam ettiler.
Evet, flütün duygusundan uzaklaşmış, mekanikleşmişim. Gitarda da
böyle olmuş, nerede nasıl olduğuma bakmadan zorbaca üzerimde kırbaç şaklatarak zevk
almasam da sürdürmüş, aletten soğumuş gitmiştim. Suyuna gitmek, neden
hoşlandığını anlamaya çalışmak yerine çocuğunu zorla piyano dersine götürmek
gibi.
Gel flüt, seninle ilişkimizi köşe bucak tazeleyelim, başlangıç
zihnine dönelim. Ne var ne yoksa birbirimizi anı anına hissedelim, ben seni
işiteyim, sen beni seslendir. Ne yapıyorsak gönülden gelsin, hoşa gitsin.
Dört duvar arasından çıkmak, toprağa basmak, börtü
böceğe, sesler seslere karışmak ikimize de iyi geldi. Daha atılacak epey bir
gereksiz gerginlik birikmiş, niteliğin yerini niceliğin almasıyla sesler de
kirlenmiş. Ama asfalttan çıkıp patikaya vurduk ya, olur, yatağını bulur hepsi
yine.
Bazen utangaçça bahçede beliren (ama kediler yüzünden
kovalamak zorunda kaldığım) terk edilmiş (ya da kirişi kırmış) çoban köpeği, sessiz
sedasız yürüyüşünü yapan adamın peşinden ayrılıp yanıma geldi. Çıt çıkarmadan
arkamda uzandı. Bir ara kalkıp gerindikten sonra biraz ötede yanım
sıra yeniden oturdu ve sonuna kadar da kaldı. O, cırcırları flütle rekabete
giren ağustosböcekleri ve sokması etmesi olmadan konup kalkan tüysü meyve
sinekleriyle saati saat ettim. (Teyzeler üst yoldan dönerken kaptırmış
çalıyordum, “Arkadaşımız öğrenmiş!” dedi biri.) Açık havada iyi bir jimnastik
seansından çıkmışım gibi bir rahatlamayla kalktım. Peşimde mahcup ahbabım, sahilin
iri çakılları üzerinden yürüyüp döndüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder