Bir çiçeklik dolusu ormanlaşmış sardunyanın arasına
daldı, kayboldu. Eşinirken hafifçe mırıldanmasından, yapraklar arasında belirip
kaybolan kuyruk ucundan başka belirti vermeden bir süre kaldı. Kafasını çıkarıp
terastan izleyen benimle göz göze gelmesiyle şimşek gibi yere atlayıp tüydü.
Yok, buranın daha güvenli olmayacağına kanaat getirmiş olmalı. Bebeleri güneş
altında yanmaya devam edecek. Pek uğramayan komşunun ikinci katta gözlerden
uzak boş beton çiçekliğinde.
*
Okşanırken başını hazla geriye atıp gözleri kapalı, ağzı
aralık gırıldaması kardeşime Türk filmlerinin sarışın şuh karakterlerini
çağrıştırıyormuş; kediye Necla demeye başladı. Benim içinse hâlâ Küçük o. İlle bir
karakter yakıştıracak olsam Artemis/Diana derdim.
*
Küçük Prens’in tilkisinin söylediği oldu aramızda. Bir
tilkinin yüz binlerce diğerinden farkı yoktur. Ta ki sen ile o birbirinizi
ehlileştirene kadar. O vakit o tilkinin bir benzeri daha olmaz.
Kendini –dikkatini, sevgini- olduğu gibi verip bağ
kurduğun varlık biricikleşiyor. Eşsizlik nesnelerinden değil, ilişkinin
kendisinden geliyor.
*
Ufak tefekliğiyle haddini biliyordu. Temkinli, tetikte.
Yiyeceğini göz dikene bırakıp kaçıvermede pek iyi. Ayrı kaldığımız kışı
herhalde bu sayede atlatmıştır. Bir iki kedi ahbabı, ben ve kardeşim dışında
her şeyden uzak duruyordu. Bir yaşına varmadan hamile kalana dek.
İçgüdü programının bu kısmının devreye girmesiyle cüssesini,
hayatta kalmasını sağlamış stratejisini unuttu. Gözü döndü. Canavar kesildi.
Kendinin iki üç katı kedileri sırt tüyleri dimdik, kulaklar geriye yapışmış,
kuyruk adeta bir urgan, dehşetengiz hırlamalar, tıslamalar, çığlıklarla ta
ötelere kovalaya kovalaya egemenliğini kabul ettirdi. Aslında çoğu egemenlik
gibi blöfe dayalı olsa da blöfüne önce kendisinin inanması, bulaşılmaması daha
iyi olacak bir bela kesildiğine başkalarını da inandırdı. Alan –bizim ev ile
komşunun beton çiçekliği- artık ondan soruluyor. Bilmeden gelip geçen kedilerin
vay haline!
Kuş, böcek, fare, kertenkele, yılan, gariban avların da.
O tatlı, ufak tefek varlığın hemen bitişik diğer yüzü türüne ihanet etmiyor. En
yürek sızlatıcı zamanlarında, onu kovdu kovacak annesinin peşinden gelirken
bile yaman bir avcıydı, şimdi iyice.
*
Bazen annesi duvar dibinde görünecek oluyor, ayaklarının
/ patilerinin ucuna basa basa, çıt çıkarmamaya bakarak. Küçüğün radarı hep açık.
Kulaklarının dikilmesi anasını püskürtmeye yetiyor.
*
Bizim veranda parmaklığından komşunun çiçekliğine epey
mesafe. Parmaklığın uygun noktasında atılmaya hazır duruyor, uzaklığı, gereken
kasları ve gücü hesaplıyor (ilk canlıyı uzaya gönderen bilim insanlarını çağrıştırıyor
bu hali; açı ve kuvvet kusursuz hesaplanmalı) ve bir metreyi aşkın fırlayışla
pergolenin ahşap eteğine, oradan da beton çiçekliğin kenarına konduğu gibi
içine, yavruların yanına dalıyor. İnişleri de aynı hesap kitap ve
yanılmazlıkta. Bazen tedirgin olduğunda bu yolu defalarca art arda yapıyor. Onca
hazır mama ve ava rağmen hâlâ kemikleri ele geliyorsa boşa değil.
*
Yavruları bizimkinden komşunun terasına geçip tepeden
gördüm. Sarı-boz, irice iki fare gibiydiler. Babanın bir gözü kavgada çıkmış siyah
beyaz hafif budala toraman olduğunu sanıyordum ama desenleri annenin kopyası.
Bu fotografa baktığımda başlığı kendiliğinden geldiydi: Madonna.
Gözleri, kırmızı ağızları açıldı. Taptaze kedi yaşamları.
Bakalım nereye kadar. Doğaya güvenmede bu kadar gönülsüz olduğumu bilmezdim.
*
Çelişkilerin birliğini insan kediden öğrenmeli. Bu munis katilden,
yürek çalan sadistten (avları sadece karın doyurmaya değil, idmana, oyuna,
eğlenceye de yaratıyor), kendini sonuna kadar verip bir anda da geri alandan,
pelteleşircesine gevşemeden ok gibi fırlamaya saniyeler içinde geçen uyuşuk
bombadan.
Sınırları da. Ben ne yapsa başım üzerine demeye doğru hızla
gidiyor olabilirim. Sınırsız görünen güveni içinde okşayışımı biraz
haşinleştirsem olacakları o ise birden elime doğru hamle edermiş gibi yapışıyla
hatırlatmaktan hiç geri durmuyor. “Usul git! Öylesini seviyorum. Yoksa sen
bilirsin!”
*
İkindi üzeri gölgeye serilmiş yatıyor. Yavrular ise pişmekte.
Görüyorum, yer arıyor ama bulacak mı? Risk alacak mı? Nedir ki bir kedinin
ölçütleri? Güvenlik tabii, önce o. Sonra? O acemi, ben kedi konusunda kıt
bilgili, içim gidiyor. Beton bir kuyu içinde ne algıları uyaran ne
oynayacakları, tırmanacakları bir şeyleri yok, göğünki dışında bir renk bile
bilmeyecekler, ebleh olacak bunlar diye tasalandım. Oysa gayet sağlıklı,
hesabıma göre bir aylarını dolduruyorlar. Şimdi de kavrulmalarından korkuyorum.
Ama bir parça bez atmak dışında bir şey yapmaktan, müdahaleden de çekiniyorum.
(Çekil kenara, ben üstün cinstenim, senin, yavruların, türün için en iyisini
ben bilirim demek uzağımda. Evet, onu böyle özelleştirmek de müdahaleydi,
düşündüğüm gibi kısırlaştırmak da öyle olacak ama o kadar. Rahatım ve kıymeti
kendinden menkul bir akıl yürütme kadar saygıyla karışık bir çekingenlik de
işbaşında burada.) Kedide içgüdü nereye kadar, deneyim, karakter nereye kadar bilsem..
*
Onunla bir insan gibi, insan olarak dırdır mırmır
konuşmayı kesip sessizliğine konuk olmak büyüleyici. Bir hayvan, başka bir
derya olduğunu hatırlamak, keskinleşen vahşi bakışına kilitlenmek.
İnsanlaştırmayı, insana dair şeyler yansıtmayı bir yana
bıraktığımda ilişkimiz eşitlerin karşılaşmasına dönüyor.
Kışkırtıcı, ürkütücü, yabani bir tat.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder