Fazla uzun kalmayacağız (yazlıkta), dedi aydınlık yüzlü hanım. “Yapacak
bir şeyler yok, yakınlarda kolayca gidilecek yerler de olmayınca sıkılıyor
insan.”
İnsanlar çeşit çeşit, canlar ve sıkıntıları da.
Ağaçlar arasından sesi gelen denize kulak kabarttım. Yarı
kubbesi binaların arkasında ziyan olmayan göğün mavisi sanki bir kulağımdan
ötekine kafamın içine yayılmış. Çepeçevre nasıl bir enginlik! Ve nasıl bir
zenginleşme geride sıkılacak bir can kalmamacasına bunda eriyip gitmek.
Böyle derinden gelen bir daveti dergiden kesilmiş,
çerçevelenmeden duvara asılmış bir manzara resmi etmek gerçekten sıkıcı olmalı.
“Komşular da gelmedi ki sohbet, muhabbet olsun..”
Öyle vallahi, ben de sıkılıyorum, çaya buyurun-kahveye
buyurayım, görüşelim desem nasıl sevinirdi. Her gün bir araya gelir, son
haberlerle içimizi ortaklaşa karartmanın ezici tadını çıkarır, yeni yeni ikram
tarifleri dener, ufak tefek dedikodu yapar, geçmişi yad eder, insanların
sıkıntıdan kaçıp sığındığı sohbetlerin biçimi ve içeriği ne ise gereğini yerine
getirirdik.
Babamın yarım kalan kitabına baktı. “Amca okumayı ne
seviyor! Ben de seviyorum ama biraz okuyayım, uykum geliyor, uzanıp kestirmek
istiyorum.”
Yumuşak, aydınlık bir insan izlenimi veriyor. Neler
yaşamış, nelerin üstesinden gelmiş, nasıl sevmiş, bağışlamış, nelerle yaralanıp
iyileşmiştir kim bilir.
Ama insanlar çeşit çeşit işte. Beni de sohbetin kaçış
olanı sıkıyor. Arkanı aslolana dönmek gibi geleni. Şu kendi sesleri hiç
bıkılmadan dinlenesi, ışığı, renkleri, biçimleri, gözlerime, havası ciğerlerime,
dipsizliği ruhuma bayram ettiren enginliğe arkanı dönüp ona nispetle anca bir
çay kaşıklık canını sıkılmaya mahkum ederek derman aradığın sohbet türü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder