Yırtık torbadan taşmış yiyecek artıklarını karıncalara
bırakabilirim. Geçen seferki salata artıklarına yaptığım gibi sinekleri iyice
çoğaltmasınlar diye üzerlerine taş da koyabilirim. Kağıt mendiller, şişe
kapakları, izmaritler, sigara kutuları en son iş. İlk toplanacaklar, mercekleşip
çam iğnelerini tutuşturuverecek cam şişe ve kırıkları. Bunca -sıfatları boş
ver- insanla yangın çıkması sadece zaman meselesi. Düşüncesi iç kaldırıcı. Şu
pet şişe ve plastik su bidonu canavarları. Ne incelik! Bidonları tutacaklarından ipe geçirmişler. Ta
neredeki çöp bidonuna bunlarla birkaç sefer yapmak gerekmeyecek. Plastik
bardaklar, konserve kutuları. Bir iki torba da kendileri doldurup atmışlar bir
kenara. Temiz bırakmaktan anladıkları en fazla bu.
Dün sabah çam çadırın önünde 70 plakalı (neresiyse?)
kırmızı bir araba, çadırdaysa bir grup genç vardı. Hafta sonu kampçıları. Çam
çadırı canı gönülden paylaşırım. Yeter ki..
“Lütfen temiz bırakın, olur mu?” dedim kızlara özellikle.
Temizlerse onlar temizler umuduyla. Tabii dediler. Müzik heybem omzumda, geri
döndüydüm.
Elim kolum torbalar, bidonlar dolu, iki sefer yaptım. Çam
altını gelecek sefere kadar bir kez daha insan izlerinden temizledim. Ağacın
kabuk kabuk gövdesini sıvazladım. “Affet onları, ne yaptıklarını bilmiyorlar!”
*
Bazen anlamaya çalışıyorum. Böylesine bakir bir
güzelliğin içine edebilmek için insanın neyi nasıl görmesi gerekir? Ya da
görmemesi. Körlük mü, kayıtsızlık mı, saldırganlık mı, nefret, yoksa sadece
sevgisizlik mi? Belki yalnızca görüp öğrenilmiş, taklitle sürdürülen bir
davranış? Normal, kabul edilir, izin verilir sınıfından bir şey?
*
Sonra gözümü bu hoyratlık karşısındaki kendime
çeviriyorum.
Orijinal kalp kırıklığını benimle aynı fikirde olanlara
yana yakıla (çokça da bir sohbet konusu bulma hevesiyle) anlata anlata
sulandırışıma bakıyorum.
Bir haklı öfke
piyesi. Gayet enerjik bir şekilde oynuyorum.
Oysa haklı öfke dediğim zıkkımın o çöp yığınlarından çok
daha zehirleyici, kirletici, tutuşturucu olduğunun farkındayım.
Hem de nasıl!
Ne yani, haksız mıyız bu pis, kaba, gürültücü, çirkin
güruh ve ettiklerine kızmakla, değil mi?
Değil işte.
Kendi koyduğumuz, evrensel
(dedik mi akan sular duruyor), estetik değerler, çevre gibi
tartışılması söz konusu edilmeyecek ölçütlere bir güzel dayandırılan kurallara
göre oynamayanı fiziksel olarak olamıyorsa zihnen, fikrimiz ve zikrimizle parçalamayı,
aşağılamayı, tiksinmeyi, bizim gibilerle iletişimimizin en kolay, el altında
malzemesi etmeyi kendimize hak biliyoruz.
Evet, farklılık yenilir yutulur olmayan sonuçlar
yaratmıyor değil bazen. Güzelden, doğrudan, iyiden, derinleşme, ilerlemeden
yana acı veren bir sığlık..
Ama sonuçta bu bir ölçek sorunu. Körün değneği
bellediğimiz kendi ölçeğimizde bu kesimin iler tutar yanı görünmüyor.
Peki durduğumuz yerden devasa ve kapanamaz görünen
aramızdaki fark daha büyük bir ölçekte kolayca ihmal edilebilir bir çatlaktan
ibaretse?
O haklı öfke öyle bir itme, kaçınma, tiksinti yaratıyor
ki bu ihtimali bir düşünce egzersizi olarak bile göz önünde bulundurma önerisi
tepkiyle karşılanıyor. “Bırak allahını seversen! Cehennemin dibine. Hiç de
sevmek, anlamak vs zorunda değilim bu güruhu!”
Bakışımı saçılan çöplerden alıp işte bu tepkiyi duydu
duyacak yanıma çeviriyorum.
Unut gerekçelerini, haklılık-haksızlığını, şu girdiğin
hale bak ve söyle bana, hanginiz daha çirkin, yıkıcı?
Madem bu kadar gelişkin olduğun iddiasındasın, başka bir
ölçekte bir çatlaktan ibaret farkı bırakıp onlarla
insan olmada birleşmeyi bilmek yerine koca bir çoğunluğu iki parmağının ucuyla
kaldırdığın gibi çöpe yollamaktan farksız düşünüp hisseden, davranan sen
olmayasın?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder