Güneş dağın ardında kaybolmazdan bir saat önce
sahildeyim. Batı rüzgarı çoktan çıkmış, ortalığı kasıp kavurmakta oluyor.
Haftalardır. İrili (yeni) ufaklı (parçacıklar haline gelecek kadar eski)
çöplerin batıya bakan koyun kıyısına kaynaşarak yığılması demek bu yönden esen
rüzgar.
Kardeşim, okyanuslarda büyüdükçe büyüyen çöp “yamalarını”
(bunlar arasında Texas eyaleti kadar büyük olan varmış) kast ederek yine de
şanslıyız! diyordu, çöpsüz aralıklar hâlâ var.
Çöpler konusunda içimi döktüğümde de “Tamam, biz gidip
kendimizinkini uslu uslu çöp bidonlarına atıyor, içimiz rahat geri dönüyoruz
ama yaptığımız pisliği halının altına süpürmekten ibaret” demişti.
Ardından ekledi. “Aslında bütün yaptığımız sorunlara yer
değiştirtmek.”
Derken, kafamda çok mumlu bir ampul yakan bu düşüncenin
benzerine Budist Pema Chödrön’de rastladım:
“Dağılan, parçalarına ayrılan oluşumlar bir tür sınav
olduğu gibi bir tür şifadır da. Meselenin sınavı vermek ya da sorunun
üstesinden gelmek olduğunu düşünürüz, oysa gerçekte sorunlar çözülmez. Bir
araya gelir, dağılırlar. Sonra yeniden bir araya gelir, yine dağılırlar. Böyledir.
Şifa, tüm bunların oluşuna, acıya, rahatlamaya, perişanlık ve sevince yer
açmaktan gelir.”
İri taşların üzerinden, çöp katmanları arasından suya
girerken Buda’nın derin bir tenor olarak hayal ettiğim sesinden bunlara
ekleyeceği sözünü canlandırıyorum:
“Samsara’yı düzeltemezsiniz!” (Samsara’nın, insanın
zihnin sakat işleyişiyle yarattığı yeryüzündeki cehennemin iler tutar yanı
yoktur çünkü anlamında. Ancak gerçek doğasını görerek ötesine geçebilirsiniz.)
Çöplerden sıyrılıp sudaki çığlık çığlığa kalabalığa
karışıyorum. Tiz sesli küçükler, rengarenk haşema, makarna dedikleri renkli
köpükten yüzme çubukları, simitler, kolluklar, irili ufaklı, genç yaşlı, kadın
erkek bin bir ayrı hikaye, gerçeklik.
Rüzgar çalkantılı denizden fiskeler, şamarlar savuruyor
yüzüme. Suyun rengi kıyıdan açıldıkça koyulaşıyor, ıslak kirpiklerle kıstığım
gözlerimde ışık tayfına ayrılırken o menekşe-laciverde dönüyor.
İnsanlar, sesleri çok geride artık. Kaynayan sularda bir
başımayım. Rüzgarın keyfine göre dalgalar ya kaba –uzanırsın, hamak gibi
kuşatıp sallarlar seni- ya da hırçın ve düzensiz. Su, tuzlu ve sıcak, saten bir
pelerin gibi, bikini hariç çıplak bedenimde; benim için dalganın ikisi de bir.
Işık.. Yerini artık koşar adım gölgelere bırakmadan en
tatlı halinde. Sıcak, derin, yumuşak.
Ruhumu tersyüz edilen bir cep gibi boşaltıyorum; ışığa,
su, rüzgar ve dalgalara. Kımıldanışı suyunkine karışan parçacıklardan ibaretim.
Kayaları döven denizin yüksek perdeden uğultusu içinde ben derin bir
sessizliğin dibini boylarken güneş de dağın ardında kayboluyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder