İştahlı bir tahtakurdu gibi zihnimi geriden geriye oyan o
yenilmez yutulmaz karışım.
Ağır bir hoşnutsuzluk. Hüsran. Kaygı. Süreğen bir
ivedilik hissi. Kalk, bir şeyler yap/yapın! Mahcubiyet. Suçluluk. Sırtını dönme
isteği. Dönememe.
Takıntılı bir rüyadan uyanmaya boşuna çalışmak gibi.
*
Hiçbir şey açıklamayan basmakalıp açıklamaları geç bir
kalem. Belirsizlikle yaşamayı öğrenmeye bak.
Safları pekiştirip karşı
tarafa bilendikçe bilenmenin de işe yaradığı yok. Kirli tırnaklarla yarayı
kaşımak o. İlkten şöyle bir rahatlatsa da mikrop, enfeksiyon kaynağı. Kafandan
yüreğine çekil.
Tükenen ilk kaynak sabır. Ama savrulmaya son verecek alan
da sadece onunla açılabilir. Derin bir soluk al, dur ve bekle.
Debelenmeden, kaçıp kaçınmadan görmeye çalış.
*
Devasa bir sorun ve düşüncesi öyle bir baskı yaratıyor ki
sanki ancak birden ve külliyen çözümlenirse düze çıkılacak.
Bilmiyorum diyebilmenin onarıcılığı.
Bilmiyorum.
Neler oluyor?
Bireyin/benim rolüm, sorumluluğum, yerim ne, ne olmalı/olmalıydı,
ne olabilir bütün bu cadı kazanında?
Ne olacak memleketin hali?
Bilmiyorum.
*
Sonra kendimi tümüyle yaptığıma veriyorum. İştahlı
tahtakurdu geriden geriye oyduğu zihnime fon rengini, kıvamını veredursun,
dikkatim som. Yüzmekse yüzmek, çeviriyse çeviri, flütse flüt.
Sabah, bir buçuk saatin sonlarında kafamı Bach’tan
kaldırmamla çam çadıra girmiş, kenarında beni seyreden beş altı kişilik grupla
göz göze gelip irkilmem bir oldu.
Sizin için geldik! dedi aralarından bir kadın. Çama en
yakın evde kalıyorlarmış.
“Kim bu denizkızı deyip duruyordum. Dün bayağı da
yaklaştım ama sonra dağda tepede.. korktum. Erkek kardeşimle ailesi de gelince hep birlikte
bakalım dedik. Sesiniz öyle güzel geliyor ki!.”
*
Sunabileceğini sun.
İddiasız, içten, kendiliğinden.
Hoş bir seda ol sen de.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder