Baktım, babam onun için aldığım resim defteri ve mum
boyalarla kayısı ağacının karşısına geçmiş.
Okumak da sıkıyor bir süre sonra, demişti.
“E o zaman boya kalemleri alayım, resim yap.”
Güldü. “Yeteneğim olsun çok isterdim ama yok ki. Gerçi
görüyorum. Doğadaki o desenler, biçimler.. Farkındayım. Çöpler (rüzgarın eğip büktüğü maki kökleri, çam dallarıyla yaptığı
figürler) öyle çıktı.”
Benzetmeye çalışma, dedim. Al eline boyaları, içinden
geldiği gibi çiz, boya, karala. Doğaçlama yapar gibi.
Ben alayım da gerisini kendi bilir deyip dün elimde
defter-kalemlerle Silifke’den döndüydüm.
*
Komşudan ödünç aldığım bahçe makasını birer metrelik
tahta çubuklarla uzatılmış kırmızı kollarından omzuma vurup geldiğimi gören
babam heyecanla defterini bırakıp kalktı. Kaç zamandır kayısının yukarı doğru
verdiği sürgünleri budamak gerektiğini söylüyordu. “Yoksa gücü uzamaya gider,
meyve vermez.”
İncir toplamada kullandığı ucu kancalı değneği getirdi. O
dalları eğerken ben de talimatını izleyerek budadım. Bir berduşu hamama sokup
saçı sakalını da tıraş etmek gibiydi. Eserimizi keyifle seyrettik.
*
Kimsenin kimseye ağırlık olmadığı, dünyasını daraltmadığı
bir ev arkadaşlığı bu.
Buraya uzun, dolambaçlı, kesintili yollardan geldik.
Hayat çetrefilleştiğinde yolu kaybettiğimiz, önem sıralamasını karıştırdığımız,
kızgınlığa, öfkeye, umutsuzluğa kapıldığımız hâlâ oluyor. Ama şimdi doğanın da
esinlemesi ve pekiştirmesiyle güneşte helmelenen bir barış yaşıyoruz. Bir asra
beş kalmış yaşının bir yandan, ülkeyi, bölgeyi kasıp kavuran çatışma, savaş ortamının,
karanlığın öte yandan, değerinin bilincine varmanı sağladığı bir barış.
Kıyametin ortasında bile ufak bir saksıda olsun tutup
büyüyecek bir güzellik hep vardır.
Barışa susadıysan evindekini, hemen etrafındakini sulayıp
budamakla, derinleştirmekle başla diyorum kendime.