Koyda tek kul ben değilim bugün. Kısmet. İndiğimde biri
suda, üç genç vardı. En uçtaki yorgun şezlonga havlumu serdim. Suya girip
çıkayım da bir, flüt çalışsam rahatsız olurlar mı diye sorarım. Su.. dupduru. Boy
boy saydam, uçuk türkuaz, koyu mavi, lacivert. Şımarık Akdeniz çocuğunu mutlu
edecek kadar da ısınmış. Saçlarımda, gözlerimde, genzimde. Kollarımın altından,
bacaklarımın etrafından, gövdem boyu dolanıyor, akıyor, kaldırıyor. Geriye
attığım başımla tepelere eteği sökülmüş tül perde gibi pusu düşen gevşek
bulutların seyri. Haydi uç! Koyun ağzına kadar hızla yüzüp döndüm. Notaları
çakıllara yayıp usulca üfürdüm şöyle bir. Kıyıdakilerden biri sudakiyle avaz
avaz bir sohbet tutturdu. Konusu zıpkınlanmış balıkların kaçıp kaçamayacağı. Torbamı
omzuma vurup ağaçların arkasından yamaca çıktım. Az pürüzlüsünden bir kaya
seçip çamın iğneli gölgesine oturdum. Isınıp kurumuş reçine kokusunu içime çektim.
Tenimin tuzlu kokusuna da kızıl toprağınki karıştı. Cırcır böceklerini dinledim
önce. Sahneyi paylaşacaksak.. Yükseliş alçalışı insan kalabalığınınkiyle birdi.
Üflemeye başladığımda biraz seyreldikten sonra daha da sıklaşması rastlantı da
olabilirdi tabii ama “Bu da kimlerdenmiş” diye kulak kesildiklerini hayal etmek
hoşuma gitti. Koya burada biraz yüksekten, dallar arasından bakış güzeldi.
Başladım. Bunlar sadece egzersiz çocuklar. Sadece deyip geçmeyin ama.
Parmaklarınızı, nefesinizi önlerine gelecek parçalarda başlarına geleceklere
hazırlıyorlar. İlk anda çalıverdikleriniz. Önünüze duvar gibi dikilenler.
Fındık fıstık ile çetin cevizler. Adım adım, ağır ağır, belli belirsiz evrilen
acemilik. Helva kavurur gibi birlikte kavrulmak. Tepede güneş, yol yol ter,
şakaklarımda, ağzımın etrafında, parmaklarımda. Siz kurusunuzdur cırcırlar.
Biyoloji dersinde böceklerin terlediğini öğrettiklerini hatırlamıyorum. Flütle
biz ise sırılsıklam, çok sıvı, az biraz katı. Böyle böyle akıcılaşıyoruz ama.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder