6 Haziran 2016 Pazartesi

PORTO'NUN S'Sİ -2

Hava tahmini yağmur diyordu ama gün ışıl ışıl başladı. İş saatine denk geldiğim sıkışık metrodan dara dar indim. Teresa gör demişse bir bildiği vardır diye dün atladığım Aziz Francis kilisesine yollandım. Haklıymış. Yoksulluğu erdem bilen tarikatın 13. yy’da sade bir yapı olarak başlayan kilisesi yıkım, onarım ama asıl güçle ilişkisindeki değişimle katman katman zenginleşmiş. Taş yapı, 17-18. yy’da giydirilen altın yaldızlı ahşap oymalar arkasında neredeyse kaybolmuş. Dövülmemiş yanı kalmayan dövme tutkunlarının vücudu gibi. Zamanla mimari ve bezemeye yansıyan bu dönüşümü görmek ilginç. Bitişiğindeki yapının bodrum katındaki duvar mezarlığı da.



İnişler, yokuşlar, kalabalık caddeler, ıssız geçitlerde yönsüzlükle büyüyen mesafeler boyu yürümek yürümek. Sol dizime arada bir saplanan ani sancı dışında bedenim akıyor. Bunu uzak olmayan bir gelecekte hasretle hatırlayacağımın, hareketliliğin nasıl bir lütuf olduğunun farkındayım. Hala sahip olacak kadar genç, değerini bilecek kadar yaşlı.



Derken.. Clérigos kilisesinin şehre panoramik bir bakış sunan çan kulesine tırmanmak isteyenlerin kuyruğuna girdim. Bir görevli inen-çıkan trafiğini düzenliyor, sayıyı eşit tutuyordu. Dar, yüksek basamakları dönerek çıkar inerken karşıdan gelenin iri yarı olmamasına dua ediyor, karşılaştığınızda nefesinizi tutup duvara yapışıyorsunuz. Şehir, ırmak bu yükseklikten hoş görünüyor ama mazgallar, kalın duvardaki açıklıklarla beklenmedik çerçevelenişlerine birkaç saniyeden fazlasını ayırmak, parçası olduğunuz kalabalığın mekanik hareketinde imkansız. Turistik kalabalık, parçalarının toplamından çok daha küçük, beyinsiz, anlamsız bir.. şey.



Hava kapadı. Kırmızı otobüse atladığımda silecekleri bir iki çalıştıracak kadar atıştırdı. Serralves-Modern sanat müzesini bu zamana düşünmüştüm.

Aslında bir sergi binasıymış. Silvestre Pestana ilgimi çekti. Şiire antifaşist direnişin görsel dili olarak yaklaşan 60’ların Portekiz deneysel şiir grubundanmış. Dili eğmiş bükmüş, parçalarına ayırmış, yerinden oynatıp başka anlatımlarla birleştirmiş.

Serralves’in geniş bahçesi başlı başına bir sanat.



Hava yeniden açmıştı. Karşıya, yüzlerce yıllık şarap üreticilerinin tadımlık ve satış yerleriyle ırmağın Gaia kıyısına geçtim. Şaraphanelerin, önlerindeki lokanta, kahvelerle eski, renkli, hoş bir yapı şeridi ve suda şarap fıçısı dolu tarihi-güya tarihi teknelerin hemen arkasında gri, özelliksiz yeni yerleşim yükseliyor. Porto’yu, tarihi kordon boyunu bir de sırtımı Gaia’ya vererek seyrettim. Ezbere söylediğim Porto şarabını epey bekledim. Lello Kitapevinin saygıdeğer Domingo beyi başını esefle iki yana sallar, güneş altında bekletip durdukları müşteriler etrafında ilgisiz, etkisizce ayak sürüyen garsonlara kitapevinin görkemli vitrayındaki sloganı işaret ederdi: “İşiniz saygınlığınızdır.” Müşterinin evrildiği biçimi hesaba katar, yeni hizmet kuşağından anlayışını esirgemezdi. “Ama yine de.. kiminle ne şartlarda olursa olsun, işiniz hakikaten saygınlığınızdır mirim.”



Karşılaştırma imkanım olmadan (ilk ve son Porto kadehimdi) şarabın her yudumuna kulak kesilerek içtim. Ayaklanan duyularımdan yükselen nidaları süzmeden sıralıyorum: Tatlı ve oturaklı, koyu, kızıl, çekici bir loşluk içinde tınılı. Daha kesin bir ifadeyle çello dengi bir his aldım. Bahtiyar oldum.



Evet, ama pilim de bitmişti. Onu oraya konduranın ecdadına rahmet okuyarak teleferikle yukarı, köprü başındaki metro durağına çıktım.

Koma benzeri uykudan uyandığımda akşam yemeği vaktiydi. Pastanelerle bir et lokantası dışında bir şeye rastlayamadan yürüdüm. Sonunda karşıma El Corte Ingles çıktı, İspanyol Yeni Karamürsel’i. Altıncı katındaki restoranda bu defa dile kulak vermek yerine bir Cuma akşamı eş-dost, aileleriyle gezmeye gelmiş Portekizlileri seyrettim uzun uzun.

Bir kez daha Afrika-Akdeniz-biz çağrışımları. Avrupalılığı fazla gelen bir ceket gibi çıkarıp sandalyenin arkalığına astı asacak bir kendine özgülük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder