14 Şubat 2016 Pazar

DÜŞSEL BİR ÜFLEMELİ

Gece. Açık havada ne olduğu belirsiz bir etkinlik. Bir kürsü, sahne yok. Tezgahlar, pankartlar filan da. Tek başına dolanan ya da grup halinde dikilmiş insanların arasından geçiyorum. En uçta bilmiş havalı bir genç adamın önünde duruyorum. Elinde orta boy, enli bir kaval var. Kendi başına çalıyor. Silik, pastoral bir melodi. Bir daha baktığımda kavalın uzantısı beliriyor; mat gümüş rengi metalden, spor arabaların egzozu gibi yassı. Tuşları –beş ya da altı tane- iki-iki buçuğa sekiz santim gibi dikdörtgenler. Uzantı müzisyenin sağ tarafında ufak bir konsola bağlı. Kavaldan ilk metal tuşa geçtiği her seferinde uzanıp konsolun bir düğmesiyle oynuyor –kırmızı bir ışık yanıyor o vakit.


Ses bu geçişle nasıl da değişiyor! Toprak yoldan otobana çıkmış gibi. Yanıklığı kaybolup billurlaşıyor, sonsuza dek sürebilecek bir dolgunluk kazanıyor, pürüzsüzlük.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder