Gece. Açık havada ne olduğu belirsiz bir etkinlik. Bir
kürsü, sahne yok. Tezgahlar, pankartlar filan da. Tek başına dolanan ya da grup
halinde dikilmiş insanların arasından geçiyorum. En uçta bilmiş havalı bir genç
adamın önünde duruyorum. Elinde orta boy, enli bir kaval var. Kendi başına
çalıyor. Silik, pastoral bir melodi. Bir daha baktığımda kavalın uzantısı
beliriyor; mat gümüş rengi metalden, spor arabaların egzozu gibi yassı. Tuşları
–beş ya da altı tane- iki-iki buçuğa sekiz santim gibi dikdörtgenler. Uzantı
müzisyenin sağ tarafında ufak bir konsola bağlı. Kavaldan ilk metal tuşa
geçtiği her seferinde uzanıp konsolun bir düğmesiyle oynuyor –kırmızı bir ışık
yanıyor o vakit.
Ses bu geçişle nasıl da değişiyor! Toprak yoldan otobana
çıkmış gibi. Yanıklığı kaybolup billurlaşıyor, sonsuza dek sürebilecek bir
dolgunluk kazanıyor, pürüzsüzlük.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder