Sudan çıkarken seçtiğim çakıllarla kuruyup köseleleşmiş
bir nar, düz çatının öylece attığım köşesindeki güneş saatim oldu.
Gündoğumunda bir yana uzayıp giden gölgeleriyle
uyanıyorum. Dönerek kısalan gölgeler sıcağın da tepe noktasında birer sızıntıya
dönüştüğünde siesta vakti. Sonra, sabahkinin aksi yönde uzamaları. Güneş dağa
değdiğinde kepengi ertesi sabaha kadar indirişleri.
Basit bir yaşam. Doğada rutin azı çoğaltıyor. Sosyal
hareketin geri çekilişi gözü içe açıyor. Hayatın salonlarından mutfağına.
Salonda sürekli yenilik, çeşitlilik, görünüm, gösteriş öndeyken mutfakta
patates patatestir ve ateş bulunalı beri aynı doğa kurallarıyla pişer.
Zihnin, duyguların, algının mutfaklarında dolanmak, sakin
farkındalıklarda doyum bulmak, yüzeye ait şeyleri önemsizleştiriyor. Tenim
karardıkça renkleri solan iki şort, üç tişört, üç kıtada kim bilir kaç yüz
kilometreyi benimle yürümüş bir çift sandalet, özel günler için de penye bir
elbiseden ibaret gardırobumdan duyduğum hoşnutluk, zamanı gölgelerle izlediğim
bu yerde başka şeyle kolay kolay değişmeyeceğim bir yoğunlaşmanın ödülü.
Bir yandan dünya kafamdan, ondan önce yüreğimden geçiyor.
Dolaysızca. Hiç olmadığı kadar yakın. RTE hoyratlığının umulmadık bir etkisi,
kendimi topluluğa ait hissetmek oldu. Belki ilk kez. İliğimde. Hiçbir yerdeki
insan acısı yüreğimin köşebaşından daha uzak değil. Şiddetin doğurduğu şiddet.
Kaos.
Kontrol duygusuna, bunun da en kestirme yolu olan
açıklamalara, ham cevaplara ihtiyacım ise giderek azalıyor. Görüyorum.
Bilebilirliğimin sınırlarının (öğrendikçe genişlemek yerine daralan sınırlar) ve sonsuz girdili karmaşıklığı ancak bir yanıyla bir yere kadar
anlamlandırabileceğimin farkındayım. Çöp adamlardan öteye gidemeyecekken resmini
akılla çizmektense sorularla yaşamayı öğreniyorum. Ucu açık, gerçek sorularla.
Ve belirsizlikle. Kalmak, aklın kendini bilmez iddialılığına sığınıp yakıcı
insan deneyimiyle araya mesafe koymaktan daha yakın.
Artık çok daha yakın.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder