Gittiğim
yerden uzak olmamalıydı. “Dikmen vadisi ne tarafta?” Evine girerken yakaladığım
adam alışveriş torbalarını yere bırakıp tarif etti.
Blokların
arasından kıvrılıp kılcallaşan toprak bir yola çıktım. Kıyısındaki gecekondunun
önüne on on beş çöp ayıklama arabası dizilmiş. Geri dönecekken arabaların
başındaki adam “Geç teyze!” dedi (Teyze!) “Yol aşağı çıkar.”
Aralarda
tek tük gecekondu ile inişli yokuşlu dalgalanan bir arazide blok apartmanlar
ormanı. Kimi site, hayli pahalı olduğu belli. Duvarların ötesi bakımlı. Berisi
ise çoğunlukla asfalt yol. Aşağı doğru tek tarafta kaldırım bile var. Yürüdüğüm
tarafsa dar bir şarampole bitişiyor.
Apartmanlar
apartmanlar. Kuruldukları çıplak yamaçlar sonra. Ara ara ağaçlarda baharlar
patlamış. Mor, pembe, beyaz. Ağaçtan da çok minare. İnişe geçmeden gözümü sık
sık kaldırıp kuzeye, çanağın ta karşısına çeviriyordum. Görüntü orada da farklı
değil ama bakış hiç değilse iki blok arasına sıkışmadan daha öteye uzanabiliyor.
İnişte
sadece bloklar var ve aralarında kıvrılan yol.
Bir
dönüş daha ve dedikleri köprülerle vadi yanımda belirdi. Dar, uzun. Derin
kırışıklı bir erkek yüzündeki bıçak yarası gibi.
Köprüden
geçip aşağı indim.
Çok
tenhaydı. Tuhaf bir ıssızlık.
Yürüdüm.
Bayağı koyu duygu tonu da yanımdan. Serin rüzgarın ıslığı. Hoş. Rögarlardan
sızan lağım kokusu. Nahoş. Kuşlar. Hoş. Bedenimin hareketi. Ne hoş ne nahoş.
Karşıma
koca bir adam çıktı. Heykel. Kimlerdenmiş diye baktım. Türkmen şair Mahmutkulu
Firaki. Peki.
Vadi,
rüzgarın ıslığı için ayarında bükülmüş bir dudak gibi. Bir banka oturup
dinledim.
Karşı
uçtan tırmanıp çıktım.
Koyu
duygu tonunu kağıt külah gibi büküp vadiye fırlattım. Issız bir köşede görünmeyen
müşterilerini bekleyen bir taksiye atladım.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder