Çelik-beton yüksek bir oteldeyim. Kısa bir süre için. Belki bir
gün. Buradan geçerken. Büyük, kare pencerenin kusursuz, çıplak çerçevesinden
okyanusa bakıyorum. Çamur gibi. Kahverengi. Kıyısı düz bir kaya zemin, sert,
koyu kahve. Pencerenin çelik çerçevesi ve bu çamur kahverengi. Algımda başka
hiçbir şey yok. Sudaysa birkaç kişi. Açıklarda irileşmese de tekin görünmeyen
dalgalarla oynaşan biri. Kıyıda su çizgisinde de bir iki genç. Siyah.
Aşağıda belki bir kat üstünden baktığım iri başlı bir palmiye.
Yaprakları top biçiminde budanmış.
Okyanus arada kendine göre hafif bir şamarla kıyıya vuruyor,
hışımla da geri çekiliyor. İnsanlara nerdeyse feleğini şaşırtmaya yeter; hâlâ
oyun duygusuyla ama buna korku da karışarak sudan çıkacak gibi oluyorlar ama
çıktıkları yok –hemen su çizgisinde sırtüstü uzanan rastalı genç adam..
girdaptaki izmarit gibi dönüyor ama gülmeye devam ediyor.
Hoparlörden yabancı bir dil yükseliyor. Uzun uzun bir şeyler
anlatıyor. Yakalayabildiğim tek kelime tonami
(vurgulanan, ikinci hecesi; toNAmi gibi). Tsunamiye böyle diyorlar demek
diyorum. Kuru, ciddi bir ses. Belki 20-30 kelimede bir tonami tekrarlanıyor.
Bu su tekin değil. Meşum. Ama içindekiler hep orada.
Dalga vurduğunda yeterince yüksekte olur muyum? Otelin temelleri
tsunamiye dayanabilir mi? Ama zemin göründüğü gibi kaya devam ediyorsa..
Korku değil. Sanki böyle bir durumda düşünülmesi yerinde olacak
olan bu olduğu için aklımdan geçer gibi.
Bir tsunami dalgası kaç metre yükselir ki?
Duyuru tekdüze devam ediyor.
Başımı sola çevirdiğimde kaynağıyla yüz yüze geliyorum. Beyaz
bir gezinti teknesiymiş. Bembeyaz. Bakımlı. Tonami sözcüğü kim bilir kaçıncı
kez tekrarlarken gözüm açık, ufak bir kamara penceresinin pul gibi
çerçevelediği bir çifte takılıyor. Yaşlı bir erkekle genç bir şehvetle öptüğü
yaşlı kadının başları. İkisi de beyaz, yüzleri kırışıklar içinde. Ama erkek
öyle genç bir neşe içinde ki.
Buymuş demek diyorum. Tonami. Ton ami.
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder