Joseph Goldstein yol arkadaşı ettiğim kitabı Mindfulness’te kuşkunun iki türünden söz
ediyor. Araştıran, sorgulayan, bizi önümüze geleni, ele aldığımızı dikkatle
incelemeye iten yararlı şüphe. (Duyduğumuz her şeye dogmatik bir inanç
beslemeyi böyle bir kuşkuyla nasıl istemiyorsak o andaki görüşümüze uymuyor
diye başka yaklaşımları otomatik olarak bir kenara itmeyi de istemeyiz.) Ve
ikircik, kararsızlık, belirsizlik yaratan ayak bağı şüphe. (Bir yazar, kuşkunun
böylesi için “Şüpheyi hayat felsefesi olarak benimsemek, ulaşım aracı olarak
hareketsizliği seçmeye benzer” demiş.)
Suyum bazen bulanıyor. Dibinde her zihinsel engel gibi kılıktan
kılığa giren bu kuşkuyla yönümü yitirdiğim oluyor, bulma isteğim de
güçsüzleşiyor. Yol olmaktan çoktan çıkmış alışkanlıkların tekrarına
yuvarlanıyorum.
Çamurlu yamaçta ayağın kayıp kıç üstü oturmak gibi.
Sırasıyla afallıyor, korkuyor, yılıyor, kızıyor, gülüyorum.
Ruhsal kramp (onun da çeşidi bol; bıçak gibi
saplananından uçsuz bucaksız bir atalete kadar) şiddetini azalttığında (hep
azaltır, sen yeter ki bunun üzerine bir şeyler bina edip yapay bir şekilde
kalıcı kılma) doğrulup kuruyan çamurları silkelediğim gibi yoluma gitmek üzere.
*
Kırık bileğiyle babamı uzun boylu yalnız bırakamadığımdan
çoğunlukla evdeyim. Defter kalem, kitaplar, müzik, sessizlik, dolu boşluklar..
Niyetin beslenmekse kaynağını bol uyaranlı dışta da bulursun, görünürde hiçbir
şey olmayan içte de. İş ki iştahın yerinde, ateşin harlı olsun. Önünde bir
havuç, şartsa gerinde de kamçı oldukça her şeyi her şeye dönüştürür, hiç
yoksunluk çekmezsin.
*
Şu sıra Goldstein yalnızca yol arkadaşım değil, boş bir
çuval gibi yığıldığım, köre düştüğümde tırabzanım da. Doğrulduğumda
odaklanmışlığımı, berraklığımı, yaşama heyecanını babamın dağılan kemiklerini
toparlayan ortopedist gibi hizalıyor. Gözlerim yeniden ışıyor.
*
Fotograf çekmeyi özlüyorum bazen. Ağımı atıp saatlerce
dolanmayı. En umulmadık anda karşıma çıkan bir şeyle soluk soluğa kalmayı. Eli
boş dönmek de işin parçası. Bir balıkçı-fotografçı olmayı.
Salona elimde ufak kamerayla gittim.
Sağa sola bakındım. Bir ışık oyunu, gölgelerin cilvesi.. Sataşacak şey arayan
kedi yavrusu gibi dolanırken gözüm şöminenin tırnağındaki buzlu cam mumluğa
gitti. Oynadım. Dibinde ufacık kalmış turuncu mumu yaktım. Hem ışık hem yüzeyin
hareketiyle her anı farklı bütün bir dizi yakaladım.
Aralarından birinin adını da dingin ateş koydum.
*
“Her şey gelir, motivasyonunuza dayanır.”
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder