“Yufkayı altıya böl” diye yazdı sütkardeşim.
O, tarifin geri kalanını yazarken bilgisayarı bırakıp
körelmiş bir kurşunkalem çektim, bir kağıda daire çizip nasıl böleceğime
baktım. Oluyordu.
“İçi yayıp bunları dörde katla.”
“Dur bir dakika. Üçgeni nasıl dörtgene katlayabilirim
ki?.”
Chat penceresinde bir “ayy” belirdi. Ardından telefonum
çaldı.
Epey bir zaman gülmesinin yatışmasını beklememiz gerekti.
Sonra derin bir nefes alıp “220 V’u 6 V’a çevirmek” dediğim bilişsel
transformatörlük devresini harekete geçirdi ve tıpkı yol tariflerinde olduğu
gibi bilgiyi benim anlayacağım
şekilde aktardı. Olabildiğince ayrıntısız, madde madde, basit. (İçin
yayılmasından sonra yufkanın katlanması faslında Louis de Funes’in bayıldığım
filmini hatırladım. Kurtulmaya çalıştığı cesedi halıya sarış sahnesini. Bir
yandan da, şimdi anladım diye diye birbirinin yerine geçirdiğim geometrik
hayaller belirip kaybolmakta, üçgen yufkalar, tasavvurumda sigara böreği, Havana
purosu, kibrit kutusu ve sedir minderi biçimlerine girip çıkmaktaydı.)
Sabah, okulla ilgisi ders yılı başında satın alınan
yepyeni şeylerle sınırlı öğrenci hevesiyle alışverişe çıktım.
*
Yemek, mutfak benim için hiçbir zaman kayda değer bir
algı kapısı olmadı. İlgi konusu, başarı hedefi, geniş anlamıyla bir dil, ifade
yolu. Estetik ve damak incelmişliği. Törensellik. (Dayanamadığım açlık hissinin
yerini hoş bir tokluğa bırakmasından ibaretti.)
Olmadı çünkü bedeninde yaşayan biri olmadım.
*
Diğer şeyleri tezgaha bırakıp yufkaya baktım.
Bir ay önce 55 yaşına bastım ve bu benim ilk yufka
alışverişim.
Bazı konularda geç inkişafın hoş yönü, deneyimi aralarında
on yıllar olan iki kişi halinde yaşamak.
Plastik torbasını, ilk açık kalp ameliyatına giren
cerrahın yürek pırpırıyla kestim. Diğer beş tanenin arasından çektiğim yufkayı
derin bir zarar verme, örseleme korkusuyla ayırdım. Bebek kucaklama ya da
çiçekçi işletme fikrinin uyandırdığı aynı korkuydu.
Yaşaması ya da ölmesi hoyratlığımın derecesine bağlı
narin bir varlık gibi keseceğim yüzeye yatırdım.
“İkiye katla, yani bir yarım daire yap. Onu üçe bölmek
daha kolaydır.”
Uzak durduğum şeylerden biri de tiril tiril bir kesinlikle
sonuçlanması beklenenler. Ütüyü bunun için sevmem. Başarısızlıkla yüzleşme
ürküntümü ta başından buruşukluk ardına gizlemek isterim.
Aslında, dedim, kutup ayılarını düşünebilirsin. Bütün o
hantallıklarıyla yavrularını ordan oraya kazasız belasız taşıyabilmelerini.
Çok da eşit olmayan üçer parçaları sonuna dayanan
sabrımla ikizlerinden ayırdım. (Sabrın geniş başlayıp böyle birden
tükenivermesi, son harflerinin feci sıkıştırılarak sığdırılabildiği el yazısı ilanları
hatırlatıyor.)
Uçları bir üçgeninkine çeşitli şekillerde en az benzeyen
altı yufka parçam vardı şimdi.
İçi koyup dörtgenden kastın her iki yorumuna göre
katladım; yandan ve üstten görünüş. Böylece çeşitli uzunluk ve yükseklikte altı
börek adayım oldu.
Yanlışı nerede yaptım, bilemiyorum. Fakat sonuç, babamın “Eline
sağlık kızım, olmuş işte” demesinin ancak çabama duyduğu şükranın derinliğini
gösterdiği bir fiyasko oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder