4 Aralık 2012 Salı

YAĞMURLUK



Aralıksız yağıyor. Gece başladı. Hiç durmadı. Sesi ninni gibi ama uyuşturucu değil. Rüzgarla şiddetlendiğinden uyarıcı ama düzenliliğiyle yatıştırıcı da. Ferahlatıcı ve iç ısıtıcı. İnsan kendini üzerine su serpilen yufka gibi hissediyor, ütüye hazırlanan temiz çamaşır.

Yağmur kesintiye uğrattığı şey yerine kendi sürekliliğini koyuyor.

Işığı alıyor ama yerine sesini veriyor. Aydınlık bir ses değil belki, bulanık, yumuşatılmış; sıkıcıda bırakılmış havuç posası gibi kararmış turuncu. Düşey. Sonra, oluşan dereciklerin daha da kesintisiz şırıltısı, şarıltısıyla yatay.

Yapraklarda kalan, kayıp uçlarına asılan damlalar çok hoş. Kristal gibi parlıyorlar. Biraz iriyseler yüzeylerine tersyüz asılan görüntüler seçilebiliyor. Yani yağmakla kalmıyor, düştüğü yerde küçük büyü numaralarıyla işine devam ediyor.



Kokusu? Kokusu pek yok. Toprak olsa da topraktan kalkan koku buruna gelene kadar araya girecek çok şey var. Şehrin koltukaltı ve ayak kokuları. Kirlilik. Olsun. Sesi alıp, ıslanarak yükselen toprak kokusunun öbür elimdeki saf anısıyla uç uca getirdiğimde burnumda mest edici bir flaş yine de çakıyor.






Düz, kalın, tok bir tuval kumaşı haline getirdiği göğün fonunda yakından bakıldığında parlasa da geri çekilen renklerle görüntüler şurada suluboyalaşırken beride karakalemleşiyor.

Doğanın hikmetinden sual olunmaz Photoshop’u.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder