18 Aralık 2012 Salı

2 ŞEY

Serbest yazma gittikçe daha çok heyecan duyarak kullandığım bir yöntem.

Basit.

Belirli bir süre, diyelim 10 dakika, sıkı bir ritmi hiç aksatmadan, ara vermeden yazmak.

Etkin maddesi, kafandaki her daim hazır ve nazır editörü aradan çıkarmak.

Ondan sonra da zihninden ne geliyor geçiyor ne takılıp kalıyorsa imlaya, noktalamaya, cümle düşüklüklerine vs hiç aldırmadan, düşünmeden, torbasız çöp kovasını bidona boşaltır gibi kağıda boca etmek.

Sonuçları müthiş.

Bir kere zihin bunun ardından iyi bir masajdan geçirilmiş beden gibi rahatlıyor, sakinleşiyor. Gevezeliğine alan açılmasıyla duruluyor. Bundan sonra bir şeye yoğunlaşması kolaylaşıyor.

(Zaten bir yan ürünü de o oldu. Sıkışıp sıkıldım mı oraya buraya kaçma, oyalanma dürtüsü duymadan yaptığım her ne iş ise çok uzun bir zaman onda kalabiliyorum. İnsanı perişan eden de sonuçta ne kadar zorlu olursa olsun yaptığı şey değil, kaçış dürtüsü. Gitmekle kalmak arasında bin parçaya bölünme.)

Editör, o her şeyi kuralına, kitabına, adabına uydurma gayreti içindeki sansürcü aradan çıkarıldığında.. Çelişkiler, eşzamanlı yaşadığın ters yönlü şeyler, tutarsızlık, saçmalık ve aşırılıklar törpülenmeden önüne seriliyor. Önüne serilen böylece içinin etraflı topografyası. Hammaddeyi belki de ilk kez bu kadar yansız görüyorsun. Işığı, gölgesi, günahı, sevabı, çiğliği, bilgeliği. Sertlik ve yumuşaklığı..

Sansürcünün eleğinden geçebilmişlerden ibaret olmadığını.

Vay canına!

Bütün bir kasabadan kopardıklarıyla önünden akan sel suları gibi.

Akış geliyor. Kafan, bezgin bir dolap beygiri misali hep aynı şeyleri aynı şekilde içinden geçirmenin durağanlığından çıkıyor.

Derken bu gür karmaşada aradıkların beliriyor. Bir imge. Bir bağlantı. Yap-boz’un eksik kalmış parçası, bir röle anahtarı, tirbuşon, ayakkabı çekeceği.. Her ne ise. Lazım bir parça. İlham. Merak, keşif iştahının uyanışı.

Tıpası çekilmiş bilinçdışında sana ulaşmak için tam da tıpanın çekilmesini beklemiş bir şeyler.

Oraya yöneliyor, onu işlemeye, etrafında dolanmaya, yoklamaya, derinleştirmeye başlıyorsun.

Bazen de bir şey belirmiyor. Ritmi aksatmamak için (tek kural bu ve önemli) bir kelimeyi defalarca yazdığın oluyor.

Ama her defasında bir şey versin vermesin, sürece güven duymaya başlıyorsun.

Mideni kaldıracak kadar tanıdığını sandığın kendini ne kadar dar bir delikten gözetlemekten öte tanımadığını görmek heyecan verici.

Sanki çok kanallı bir stüdyo mikserine bağlanmışın da kulak tırmalayıcılıktan tanrısal bir armoniye kadar koca bir yelpazede yayılan sesini artık sadece mono duymazmışın gibi.

Al bunu, tepe tepe kullan.

Sorun çözümünde, ilham bulmada, takılıp kaldığın bir şeyi anlayıp aşmada, rahatlamada, yatışmada ama uyarılmada da.

Verdiğiyle beklediğin örtüşmeyebiliyor.

Asıl beklemen gerekeni gösteriyor bazen.

Ama en güzeli, süreç hissini canlandırması. Unutup gittiğin sabrı. Eline geçene şükran duymayı.

Ağın bugün dolmadı mı? Aldırma. Salmaya devam et sen.

(Serbest yazmada çok yararını gördüğüm iki kitap: Writing without teachers, Peter Elbow ile Accidental genius, Mark Levy)

*

Çok oldu. İkinci şeyi belki yarın yazarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder